Toplumsal Cinsiyet

Cinsiyet (sex), kişinin kadın ya da erkek olarak doğduğunda gösterdiği genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleri olarak tanımlanırken; toplumsal cinsiyet, (gender) kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenen rol ve sorumluluklarını ifade eder. Toplumsal cinsiyet biyolojik farklılıklardan dolayı değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili bir tanımlamadır. Yani cinsiyet biyolojik olarak belirlenmiş, bir kimsenin genetik ve anatomik niteliklerine karşılık gelirken; toplumsal cinsiyet ise, toplumsal olarak oluşmuş düzlemlere karşılık gelir.

 

Toplumsal cinsiyet kavramının önemi nedir?

 

Toplumsal cinsiyet kavramı; kadınların maruz kaldığı çeşitli tabiyet ve baskı biçimlerini, kadınlarla erkekler arasındaki bazı temel biyolojik farklılıklardan türeten cinsiyetçi ideolojinin elinden biyolojik determinizm silahını almıştır. Böylece cinsiyetlerarası ilişkileri toplumsal müdahalenin bir alanı haline getirmiştir.

 

Toplumsal cinsiyet düzeninde iki toplumsal grup vardır. Kadınlar ve erkekler. Bu, erkeklerin egemen, kadınların tabi olduğu bir düzendir. Bu iki toplumsal grup kadınlık ve erkeklik rollerini egemen patriyarkal/erkek egemen toplum düzeni içinde öğrenirler. Patriyarkal toplum yapısı biyolojik cinsiyeti ekonomik, sosyal ve kültürel düzlemde toplumsal cinsiyete dönüştürerek “kadınlık ve erkekliği” oluşturur. Kadınlık ve erkeklik öğretilmiş/öğrenilmiş toplumsal cinsiyet rolleridir. Patriyarkanın savunduğunun aksine, kadınlık ve erkeklik eril ve dişil cinslerin doğalarından kaynaklanmaz, toplumsallıkla belirlenir. Daha doğrusu toplumsal cinsiyet, toplumsal olarak inşa edilmiştir.

 

Binlerce yıllık ezilmişlik ve sistemleşmiş patriyarkal sistem sonucu ortaya çıkan kadınlık ve erkeklik rolleri artık biyolojik cinsiyetle iç içe geçmiştir ve ondan ayrı değerlendirilmemektedir. Kadınlık ve erkeklik toplumsal kimliği cinsiyet farklarına dayandırılarak açıklanmaya; tüm tarih, ekonomi, sosyoloji, antropoloji, psikoloji vb patriyarkal bilim tarafından geriye dönük olarak, biyolojik cinsiyetle toplumsal cinsiyetin ikiliği değil tekliği üzerinden yorumlanmaktadır.

 

Toplumsal cinsiyet statüleri kadın ve erkek tanımını belirler

 

Bu tanımlar çerçevesinde kadın ve erkeğin hangi tarzda kıyafetler giymeleri, vücutlarını nasıl şekillendirmeleri ve hangi isimlere sahip olmaları gerektiği bellidir. Çok klasik bir örnek olmasına rağmen hala çok çarpıcıdır. Doğumhanelerde kız bebeklere pembe, erkek bebeklere mavi tulumlar giydirilir. Kız çocuklar giysilerini pembe tonlarından seçerek süslü giyinmeyi öğrenirken (öğretilirken), erkek çocuklar mavi ve pastel renkli kıyafetleri seçerek giyinmeyi öğrenir/öğretilir. Aynı zamanda kız çocukların odaları pembeye boyanırken, erkek çocuklar için renk seçimi yine maviden yanadır. Kız çocuklara ev kadınlığını öğreten oyuncaklar alınırken, bebek, mini mutfak takımları, makyaj malzemeleri gibi; erkek çocuklara erkekliği öğreten oyuncaklar, tabanca, araba, vb alınır.  Aile kurumu içinde başlayan toplumsal cinsiyet temelinde erkeklik ve kadınlığı öğrenme süreci, kamusal alanda kurumlar aracılığıyla devam ettirilir. Eğitim sisteminin kendisi cinsiyetçiliğin üretilip/öğretildiği aile dışı en önemli kurumdur. Filmler, radyo ve televizyon programları, basılı ve sosyal medya, oyunlar, reklamlar… Ayrıca dinsel inançlar sistemi de erkeğe tabi kadın tanımının üzerinden şekillenir.

 

Bu da bize gösteriyor ki, toplumsal cinsiyet kalıp yargıları çocuklukta öğrenilerek bireylerin cinsiyet algısını şekillendirir. Çocukken başlayan bu öğrenme süreci kadınlar ve erkekler açısından “biz ve onlar” anlayışını başlatır, yani bir cins için diğeri ötekileşir. Kadınlar ve erkekler için kendi cinsiyetinin kalıpları, yapabilirlikleri ve

yapamayacakları şeyler öğrenildikten sonra, bu kalıplar adeta değişmez yargılara dönüşür.

 

Toplumsal cinsiyet rolleriyle biçimlenen erkek ve kadın davranış biçimleri, toplumun öngördüğü davranış modellerini baz alarak şekillenirler. Toplumun gözünde erkek ilk planda yer alır dolayısıyla etkendir ve özne durumundadır. Bunun sonucu olarak para kazanma, aile ekonomisini kalkındırma, mantıklı kararlar vermek zorunda olma, hiçbir koşulda duygusal olmama, ağlamama ve güçlü olma gibi iş bölümleri ve roller erkek olmakla özdeştirilir. Diğer bir yandan edilgen ya da nesne konumuna getirilen kadının iş bölümü kocasına ve çocuğuna bakmak, ev işleri yapmak, bazı durumlarda çalışmak iken; toplumsal rolleri ise, duygusal, anaç, sevgi dolu, şefkatli, hassas ve itaatkar olmaktır. Bu yükümlülükler kadının üzerinde erkeklere oranla daha çok baskı kurar çünkü kadının rolleri erkeğe göre hayatının her alanında daha pasiftir ve kadın erkeğe hizmet etmek için vardır.

 

Hegemonik erkek kimliği karşısında hegemonik kadın kimliği var mıdır?

 

Erkekler hegemonik erkek kimliği ile terbiye edilirler. Hegemonik erkekliği, erkeklerden beklenen başarılı olma ve güçlü olma normları olarak ifade edebiliriz. Burada, “hegemonik erkek kimliği varsa bunun karşılığında hegemonik kadın kimliği de vardır” tartışması için bir parantez açmakta yarar var. Hegemonik erkeklik gibi bir hegemonik kadınlıktan söz edilememesi, toplumdaki bütün kadınlık biçimlerinin bir bütün olarak kadınlığın erkekliğe tâbi kılınması bağlamında yapılandırılmasındandır: Birincisi ve en önemlisi, ön plana çıkarılan kadınlığın, öteki cins üzerinde egemenlik kurmaya yaslanan bir tanımı yoktur. İkincisi, toplumsal iktidarın erkeklerin elinde toplanması, kadınlar için çok sınırlı bir iktidar alanı bırakır. “Pasta diliminin çok dar tutulması”ndan kaynaklanan ve kadın-karşıtı hareketçe olduğu kadar kadın hareketinin kendisince de çokça vurgulanan kadınlar-arası çekişmeler, çekememezlikler, otorite eğilimlerinde bu tür bir alan sınırlılığının çok büyük bir belirleyiciliği vardır.

 

Kadınların kimi durumlarda kendilerine ve/ ya da öteki kadınlara güvenememeleri, saygı duymamaları “azınlıklarda görülen grup karakteristiklerini geliştirmeleri”yle de açıklanmaktadır: Toplumsal inançlar, değerler, formel ve enformel kurallar, baskının türlü biçimleri ve çeşitli düzlemlerdeki ayrımcılığın etkisiyle kadınlar, kendilerine saygı duyulmamasını birey ve/ya da grup olarak içe döndürebilir.

 

Toplumsal cinsiyetin doğallaştırılması

 

Cinsiyetin toplumsal olarak üretildiği, cinsiyet tanımlarının toplumsal-ekonomik ve kültürel yapılarla bağlantılı olduğunu öne sürmek, toplumsal kurumlara, kurallara, hiyerarşi, otorite, iktidar ve emek yapılarına göndermede bulunmak anlamına gelir. Çünkü toplumsal cinsiyet ilişkileri dendiğinde, içsel farklılaşma ve çelişkileri de bünyesinde barındıran toplumsal bir dizgeden söz edilir. Bu dizge içinde cinsiyete dayalı işbölümü gibi emeğin örgütlenmesini, cinsiyetçi denetim, hiyerarşi, baskı ve dışlama gibi iktidarın kurulması ve sürdürülmesini, çekirdek ailenin baskınlığı gibi cinsel ilişkilerin düzenlenmesini içeren yapısal boyutlar vardır. Bu boyutların her biri belli bir düzenlilik, kendi aralarında ve dizgeyle de etkileşim ve tutarlılık içindedir.

 

Toplumsal cinsiyet ilişkileri ekonomik-toplumsal ve politik pratiğin cinsiyet çevresinde yapılandırılması anlamına gelirken, cinsiyetçilikte en yaygın süreç toplumsal pratiğin doğallaştırılmasıdır. Doğallaştırma düzeneği çoğu kez, cinsiyete dayalı bütün düzenlemelerin kadınlığa ve erkekliğe atfedilen birtakım “doğal” özelliklere dayandırılması yoluyla işler. Cinsiyete dayalı toplumsal işbölümü, hemen her zaman, bu biçimde yorumlanır. Söz konusu düzeneğin ayrılmaz parçaları ya da sonuçları -birbirinden ayırmak her zaman olanaklı ve kolay olmasa da- dışlama / görünmez kılma ve ikincilleştirme / kıyıya itmedir.

 

Doğallaştırma ve kıyıya itme düzeneklerinin ana etkisi muhafaza etme yönünde olmakla birlikte, toplumsal değişim ve dönüşüm iddiası bağlamında bir nevi işe koşulması da olanaklıdır: Kamusal politik alanda kadınların “özel alana ait ve doğal” annelik, merhamet, yumuşaklık vb özelliklerine gereksinim duyulduğu söylemi gibi. Burada salt doğallaştırmanın riskleri yüzünden değil, aynı zamanda kadınları araçsallaştırmak anlamında da bir cinsiyetçilik vardır: Kadınların politikaya, ekonomiye, yönetime, “saygın mesleklere” katılımları başlı başına ve kadınlar için bir değer olarak değil; ahlâkın egemen olduğu bir kamusal alan, daha yumuşak politika yapma tarzları, gelişmiş bir demokrasi, daha adil bir düzen vb gibi bir başka değerin aracı olarak anlamlı gösterilir.

 

Patriyarkal kapitalist sistem içerisinde , toplumsal cinsiyet beraberinde özel alan kamusal alan ayrımını getirir. Kadınlar özel alanda yukarıda bahsettiğimiz çeşitli görevlere mahkum edilip, bu görevlerle hem özdeşleştirilip hem değersizleştirilirken, kamusal alan erkeklerle özdeşleştirilir ve özel alan karşısında kamusal alana yani erkeklere değer yüklenir. Özel alanda kadının rolleri, kadına doğasına ait yani doğuştan getirdiği verili özellikler olarak algılatılmaktadır. Kadın vericidir, şefkatlidir, anneliği ve ev kadınlığını doğuştan bilir. Ev içi emeği sevgiyle ve isteyerek yapar. Kamusal alanın ve aklın sahibi erkek özel alanın hakimidir. Erkeklerin kadınların fiziksel ve duygusal emeğinden sağladığı çıkar özel alanda örtülüdür. Aynı zamanda kadına uyguladığı fiziksel ve psikoloji şiddet özel alanın sınırları içerisindedir.

 

Sonuç olarak, cinsiyetin bir şey ama toplumsal cinsiyetin başka bir şey

olduğundan hareketle görülmüştür ki, toplumsal cinsiyet biyolojiden farklı olarak toplumsal veriler bağlamında oluşmuştur. Toplumsal cinsiyet verilerinin bireylere yüklediği roller bireyleri biyolojilerinden öte sorumluluklar ve yargılarla donatıp bambaşka cinsiyet algıları oluşturmuştur. Ataerkil sistem geliştirdiği toplumsal cinsiyet yargılarıyla kadın ve erkek arasında eşitsizliklere yol açmakla birlikte kadını erkeğe göre toplumda ikincil bir konuma sokmuştur. Bugün modern dünyada her ne kadar toplumsal cinsiyet algıları, kadın ve erkeğe bakış açısı normlar ve yüklenen roller

değişmeye başlamışsa da kadının ikincilliği ve buna bağlı olarak ezilmişliği halen devam etmektedir.

 

II – Kadın kurtuluş mücadelesi

Erkek egemen sistem, kapitalizmden çok daha öncesine dayanan bir egemenlik biçimidir ve bu sistem; tarihsel olarak kapitalizm tarafından devralınmış, dönüştürülmüş ve onun maddi temeliyle eklemlenmiştir. Erkek egemenliği zihniyet yapısından, maddi üretime kadar her alanda varlık gösteren bir sistemdir ve kapitalist sistemle iç içe geçen pratiklerle erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü çeşitlendirir. Kapitalizm ve erkek egemen sistemin işbirliği karşısında yürütülen mücadele anti-kapitalist temelde inşa edilmelidir. Gelecek tasavvurları da cinsiyetçi olmayan gündelik yaşam pratiklerini vaat etmelidir. Zira, kapitalizme karşı mücadele erkek egemenliğine karşı da örgütlenmediğinde gündelik hayatı dönüştürmeyi ve cinsiyetçi pratiklere karşı mücadele etmeyi vaat etmemektedir. O halde kadınların kurtuluşunun eşitlik ve özgürlük mücadelesiyle geleceği hedeflerken, gündelik hayatı da nasıl dönüştüreceği tartışılmalı, sosyalistler buna dair araçlar geliştirmelidir.

Kadınlar, erkek egemen sisteme karşı yüzyılları aşan bir mücadele dinamiğine sahiptirler. Yüzyıllar öncesinden başlayan ve tüm erkek egemen toplumlarda devam eden bu mücadele günümüzde pek çok feminist örgüt aracılığıyla da sürdürülüyor. Kadınların siyaset yapma tarzları, tarihsel ve toplumsal olarak erkeklerden farklı kurulmaktadır. Bu açıdan kapitalist sisteme karşı mücadeleler sosyalist örgütlere ihtiyaç yaratmışsa, kadınların eşitlik mücadelesi kadın örgütlerini gerektirmiştir. Ayrıca her ulustan, sınıftan, ırktan veya toplumsal kesimden kadının, kadın olmaktan kaynaklanan ortak ezilmişliği, tüm kadınları, erkek egemenliğine karşı, sadece kadınlardan oluşan bir hareketin doğal bileşeni haline getirir. Farklılıkların meşruiyeti perspektifiyle, çok kimlikli feminizmlerin ve/veya farklı kimliklerin kabulü üzerinden, birlikte mücadele etmek kadın kurtuluş hareketinin sürekliliği açısından esas kabul edilmelidir.

Kadınların kendi örgütlerinin olması, kadınların karma örgüt içindeki varlığını da güçlendirir. Karma örgütlerde yer alan kadınların mücadelesi kadın kurtuluş hareketinin meşru bir parçası olarak görülmelidir.

Feminist mücadele, kadınlara ister anti-kapitalist mücadele içinde olsun ister olmasın erkek egemenliğinin hayatın tüm alanlarına, tüm davranış ve tutumlarına yayıldığını gösterdi. Sosyalist bir geleceğin inşasında, erkek egemenliğiyle mücadele, hem bugün hem de farklı talep ve ihtiyaçlarla gelecekte önemli olacak.

Yaşanan reel sosyalizm deneyimlerinden biliyoruz ki, bir toplumda kapitalizmden sosyalizme geçiş yaşanabilir ama yine de o toplum “erkek egemen” kalabilir. Kadınların ve erkeklerin sosyalizminde erkeklerin ayrıcalıklarından vazgeçmesi gerekir.

III – Kimse kadınları özgürleştiremez, kendilerinden başka…

 

“Cinsel eşitsizlik sosyo-ekonomik tabakalaşmanın öyle bir dayanağı olmuştur ki, onu ayakta tutan patriarka ile karşı karşıya gelmeden sınıf hakimiyetine saldırılamaz. Aynı zamanda, kapitalizmin politik ve yasal eşitlik vaatlerini karşılayamamasıyla da görüldüğü gibi ekonomik eşitsizliğe ve sınıflı toplumun politik yapılarına saldırmaksızın patriarkayı kökünden söküp atmakta olanaksızdır.” (Stephanie Coontz ve Peta Henderson: “Women’s work, men’s property: The origins of gender and class” makalesi, 1986 )

 

Patriarkal sistem maddi temelini ev içi emekte ve kadının cinselliğinin denetlenmesinde somutlaştırmakla beraber, kadınlar ve erkekler arasındaki hiyerarşik ilişki sadece ev içi emekle sınırlı olmamaktadır.  Bu ilişki ideolojik, kültürel ve maddi temellere dayanan özel alan olarak tanımlanan ev içi emek ve kamusal alan arasında sıkı bağlara dayalı bir ilişkiler yumağıdır.

 

Ekonomik eşitsizliğe ve sınıflı toplumun politik yapılarına karşı verilen mücadelede kadınlar ve erkekler devrimci/demokratik örgütler içinde birlikte yer alır ve mücadele yürütürler. Kadınlar ve erkeklerin birlikte mücadele ettikleri bu örgütleri karma örgütler olarak adlandırıyoruz.  Karma örgütlerin ülkemizdeki tarihsel gelişimine kısaca bakmak gerekirse başlıca iki döneme ayırabiliriz. Birinci dönemde sosyalist hareket işçi ve emekçi sınıfın kadınları arasında yayılmış, ancak kadın kurtuluşu politikalarını oluşturamamış, üyelerine taşıyamamıştır.  Buradaki zaaf oluşturulan sosyalist politikalara emek-sermaye çelişkisinin yanında cinsel eşitsizliğin teorik ve pratik olarak dahil edilememesidir. Siyasi örgütler var olan teorileri ve bunun doğrultusunda şekillenen pratiklerini örerken klasik Marksist yaklaşımın dışına çıkmamış/çıkamamışlardır.

 

Bunun sonucunda kadınlar ile erkeklerin toplumda eşitsiz konumunu siyasallaştırmakla birlikte kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiye odaklanmamış, kadınların ekonomik sistemle ilişkisini sorgulamamıştır. Karma örgütler kadınların ezilmesini üretimle ilişkisi ya da ilişkisizliği bağlamında ele almışlar; cins ezilmişliği sorunu üzerine politik önermelerinde kadınların kurtuluşunun sınıf mücadelesine bağlı olduğu tespitini yapmışlardır. Siyasi önermeler bu noktadan kurulduğundan bağımsız kadın hareketi, feminist hareket, kadın kurtuluş hareketi gibi siyasi önermeler gereksizleşmiştir. Cinslerarası eşitsizliğin çözümü  sosyalizme ısmarlanmış, kendiliğindenciliğe bırakılmıştır. Bunun sonucunda da özellikle 80 öncesi karma örgütlerin dışında kurulan kadın örgütlenmeleri karma örgütlerin yan kolu olmaktan öteye geçememiştir.

 

İkinci dönem olarak adlandıracağımız 80 sonrası, kadınların içinde yer aldıkları karma örgütleri kadın politikaları üzerinden sorguladıkları, feminist teori ve pratikle daha doğrudan ilişki kurdukları bir dönemdir. 80 sonrasında oluşan feminist teori ve pratik ve 90’lara doğru da sosyalist feminizmin politik ve pratik açılımı karma örgütlerdeki kadınları etkilemiştir.  Bu etkinin somut örneklerini 90’lar sonrasında çoğu karma örgütün kadın kurtuluş mücadelesine yaklaşımındaki değişimde görebiliriz. Bu değişimde hiç kuşkusuz reel sosyalizmin yıkılışı ve Marksist pratiğin geriye ve ileriye dönük sorgulanması da büyük önem taşımaktadır. Bu örgütlerin önemli bir kısmı karma örgütün  kadın sorununa yaklaşımında geleneksel Marksizmden kopuş yaşamıştır.  Bu kopuş iki ana noktaya dayanmaktadır. Ataerkil uygulamaların sistemsel ifadesi patriyarka, kapitalizmin hızla ortadan kaldıracağı bir sistem olmaktan çok uzakta, kapitalizm tarafından yeniden üretilen bir ilişkiler ağı olmuştur.  Diğeri ise Marksizmin pazara dahil olmayan kadının ev içi emeğini yani görünmeyen emeği analizlerinin dışında tutmasıdır.

 

Karma örgütlerin kendi teori ve pratiklerine yaptıkları özeleştiri sonucunda kadınlar ve erkeklerin ilişkisi sorgulanmadan, bu ilişkinin emek-sermaye çelişkisi kapsamında sınıflandırılması, yani genele dahil edilmesinin ve kadınların kurtuluşunun sınıf mücadelesine indirgenmesinin yanlışlığı kabul görmüştür. Erkeklerin çıkarlarını ortaya koymak patriyarkanın ve aynı zamanda onun sıkıca bağlı olduğu kapitalizmin de çıkarlarını da ortaya koymak demektir.

 

Burada sorulacak soru demokratik/devrimci karma örgütlerin patriyarkal ideolojiden ne kadar arınmış olduklarıdır. Karma örgütün her alanda oluşturduğu politika, kullandığı dil özelde kendi içindeki yarattığı kurumlar, işleyiş biçimi ve tüzüğü, bu örgütte yer alan sosyalist feminist, feminist ya da kadın kurtuluşuna duyarlı kadınların süzgecinden geçmek durumundadır.

 

Ancak karma örgütlerdeki kadınların pratiğine bakıldığında çok ciddi sorunlar yaşanmaktadır.

 

Buradaki en temel sorun karma örgütün siyasetini yürütürken özel bir kadın bilincinin oluşup oluşmadığıdır. Bu konuya basit bir soruyla giriş yapmak doğru olacaktır. Karma örgütlerde cinsiyetçi işbölümünün izleri var mıdır?  Evet, karma örgütler cinsiyetçi işbölümünün izlerinden çok kendisi vardır. Karma örgütlerde örgütsel değerler kadından yana olsa bile, çoğunlukla kadınlar faaliyette geri durabiliyorlar.  Bu geri duruşun nedenlerine bakalım.

 

Kadının tarihsel ikincilliği ve bu ikincilliği kendinde içselleştirmesi örgütlü kadının önünde duran en önemli engeldir. Örneğin karma örgüte bir erkek üzerinden dahil olan kadın, karma örgütte bağımız bir birey olarak kendini var edemediğinde, birlikte geldiği erkeğe göre tavır almaktadır.  Erkek arkadaş/sevgili/koca karma örgütte çalışmayı bıraktığında ayrılan sadece kendisi değil, kadın da olmaktadır. Kadın karma örgütte erkeğe bağımlı bir tavırla yer almaktadır.  Bu bağımlılığa başka bir örnekte,  karma örgütte erkek kadar öne çıkmayan/çıkamayan kadının kendi yetersizlikleri ya da karma örgütteki “kimi cinsiyetçi politikalar” sonucu erkekler üzerinden siyaset yapmaya çalışmasıdır. Bu kadınlar da erkeğe bağımlı olarak örgütte var olur ya da olmazlar.

 

Kadınlar karma örgütte öne çıkmaya başlayınca “acaba iktidar mı olmaya çalışıyor” tavrı ile karşılaşabilirler.  Üstelik şaşırtıcı olan bu tavrın erkekler kadar kadınlar tarafından da geliştirilmesidir. Kadınların cinsiyetçi işbölümünü benimsemesi sonucunda siyaset erkeklerin kurgusallaştırdığı, erkeklere ait bir dünyadır. Örgütte öne çıkan kadına yabancılaşan kadınlar aslında kendilerine de yabancılaşmaktadır.

 

“Kadınlar önce kendilerini yetiştirsinler, daha sonra yönetim organlarına girsinler !” Bu aşamacı anlayış çoğu zaman kadınlar tarafından da kabul görmektedir. Karma örgütlerde organlara aday gösterilen çoğu kadının “ben yapamam” itirazı aslında erkek dünyası ve erkek deneyimleri karşısında ezilme korkusu ve kendine güven eksikliğidir.  Örneğin kampanyalarda ya da çeşitli seçim süreçlerinde  pek çok kadının canla başla çalıştığı ancak seçilecek adaylar arasında olmadığı bir gerçektir. Öte yandan seçimi yapanlar için de durum farklı değildir. Aday kadınsa kuşku duymak gerekir.

 

Siyasal gücün sayıca erkeklerde olduğu bir karma örgütte siyaset erkekleşir mi?  Evet, erkekleşir. Karma örgütlerin politikalarını belirleyen toplantılarda önergeler en fazla erkeklerden gelir. Kadınların nicel olarak azlığı nitel olarak azlığını gerektirmez.  Kadınların sadece kadın alanında değil, diğer alanlarda da söyleyecek sözünün olması gerekir ve vardır da. Kadınlar örgüt politikaları üzerine söz üretirken, bunu  cins ezilmişliği süzgecinden geçirerek yapacakları için; örgütün toplam ideolojisinin cins ezilmişliği lehine sıçrama yapmasının önünü de açmış olacaklardır.

 

Karma örgütlerde kendini merkeze alma, başkalarını kendine bağlama, şiddet uygulama, başkalarının zayıflıklarını kullanma gibi egemen erkek özellikleri ve bu özelliklerin toplamından oluşan erkek dilini teşhir etmek, bunun  karşısında kadın dilini oluşturmak ve örgüt kültürüne katmak çok önemlidir. Erkeklerin sayıca hakim olduğu karma örgütlerde reddedilmesi gereken egemen erkek dil, zaman zaman kadınları da baskılar ve hatta çoğu zaman kadınlar tarafından da kullanılan bir dile dönüşür.  Kadın dilini oluştururken, kadınlarda çokça görülen güce sığınma, alınganlık, duygu sömürüsü yapma, zayıflığı meşrulaştırma, kurnazlık, kendine güvensizlik, şikayetçilik, yetinmecilik, bahanecilik ve başkalarına göre yaşama gibi binlerce yıllık ezilmişliğin sonucu edinilen geleneksel kadın davranışlarının reddi şarttır.

 

Karma örgüt içinde kadın siyasetine ilişkin karar almaya yönelik durumlarda öncelik örgütün kadınlarına ait olmalıdır. Tartışma önce kadınlar arasında tamamlanıp daha sonra oluşan düşünceler genel tartışmaya açılmalıdır.  Bu tartışma erkeklerin kadın bakış açısını kazanmaları ve örgütün geneline nüfuz etmesi için yapılacaktır.  Ancak son söz kadınlar tarafından söylenmelidir.  Çünkü kadın mücadelesinin özneleri sadece kadınlardır ve kurtuluş perspektiflerini bağımsız belirlemelidirler.

 

Karma örgütte çalışan kadınların önceliği ne olmalıdır? Karma örgütlerde yer alan kadınlar örgüt içi işbölümü doğrultusunda çeşitli alanlarda görev alırlar.  Örneğin, işçi, öğrenci çalışması, sanat, yayın faaliyeti ya da teorik katkı vb. Karma örgütün kadın alanında çalışan kadınlar diğer alanlarda faaliyet gösteren kadınları çalışmalara katma konusunda çoğu zaman dirençle ile karşılaşmaktadır.  Hangi alanda çalışılıyorsa, o alandaki işlerin çokluğu genelde ilk öne sürülen neden olmaktadır.  Ne yazık ki, karma örgütün kadın üyelerinin çoğunluğu için kadın alanı ilk sırada yer almamaktadır.  Karma örgütün cins ezilmişliği temelinde dönüştürülüp, ilerletilmesi açısından bu tehlikeli bir durumdur. Karma örgütte yer alan kadınlar öncelikle ve kesinlikle kadın alanına sahip çıkmalıdırlar.  Sorumluluğu o alanla yükümlü kadınlara bırakmak, aynı zamanda kendilerini ötelemek ve etkin bir birey olarak kadın sorununa ve kadın dayanışmasına sahip çıkmamaktır. Karma örgüt içerisinde özerk bir kadın cephesi yaratmak, karma örgüt dışındaki kadın hareketi bileşenleri ile dayanışma içinde olmak yani ikili strateji izlemek, karma örgütteki kadın inisiyatifinin sürekliliği açısından çok önemlidir.  Karma örgütte yer alan kadınların kendilerini kadın kurtuluş hareketinin bir parçası olarak görebilmeleri bu ikili stratejinin sağlıklı yürütülebilmesini sağlayacaktır.  Karma örgütün kadın inisiyatiflerinin kadın kurtuluş mücadelesinde bir bileşen olması, kadın hareketinde yaşanan güncel gelişmeleri karma örgüte taşıması açısından da çok önemlidir.

 

Karma örgütlerde yer alan, kadınların kadın kurtuluşu ile ilgili deneyimleri bugüne kadar kesintili olmuştur.  Karma örgütün genel politik eğilimlerine göre şekillenme tehlikesi yaşamış ve çoğu zamanda şekillenmekten kaçınamamıştır. Bugüne kadar yaşanan örneklerde görüldüğü üzere karma örgütlerde kadın çalışması birbiri içinden çıkan sürekli bir tarihe değil, kesintili bir tarihe sahiptir. Karma hareketin siyasi atılımları ya da yenilgileri o hareket içinde oluşmuş kadın örgütlenmesinin sürekliliğini kesintiye uğratmıştır. Karma örgütte yer alan kadınların kendilerini sadece doğal üye (!) saymayıp bu alana aktif biçimde sahip çıkması, kendi tarihini yazması ve belirlemesi açısından da çok önemlidir.

 

Kimse kadınları özgürleştiremez, kendilerinden başka. Dolayısıyla örgütlü bir hayatı kurmak hepimizin önünde duran önemli ve acil bir ihtiyaç. Parti içindeki cinsiyetçiliği geriletmekten tutun da, partinin feminen bir sözle baştan ayağa inşa olması için, Türkiye kadın kurtuluş mücadelesi veren dışımızdaki kadın gruplarıyla dayanışmak için, kadınların emeğini görünür kılmak için örgütlü bir hayatı inşa etmek… Bugünkü iktidarla başlamadığını bilsek de bugünkü iktidarla şiddetlendiği aşikar olan kadınlara karşı saldırıları göğüslemek; çocuk yaşta evliliklerden tutun da, kadın cinayetlerine değin bir dizi kadın karşıtı politikalara alternatif politika üretmek parti içinde ayrı örgütlenmeyi acil kılıyor.

 

Parti içinde kadınların güçlenmesi, politik gündemde söz sahibi olabilmesi için kendilerini destekleyen, kendileriyle dayanışan ayrı bir örgütsel ayağın varlığı şart. Eşitsiz gelişim yasasının partiarkal ayağı gereği bu şart. Kadınlar tarafından  güçlendirilmiş kadın temsiliyetlerinin organlarda çok daha güçlü, özgüvenli olacağını bilmeliyiz.

 

IV – Heteroseksizm: Kapitalist cinsiyet rejiminin bir öğesi

Cinsel yönelimlerin ve cinsellik biçimlerinin tartışılmasında biyolojizm genellikle, üreme ve doğurganlık ekseninde ayrıştırılabilecek anatomik özelliklere toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelimin iç içe geçirilmesi, tek bir bütün haline getirilmesi biçiminde ortaya çıkar. Üremeye yönelik anatomik uyum, toplumsal cinsiyet kimliklerine atfedilen “uygun” cinsel yönelimler biçimi altında heteroseksüleliğin doğallaştırılmasına yol açar. Heteroseksüellik, kendiliğinden ve zorunlu olarak, toplumda egemen olan var oluştur. Toplumda “norm” olan heteroseksüellik olduğundan ve aksini söylemedikçe herkes heteroseksüel sayıldığından heteroseksüel bireyler, kendilerini heteroseksüel diye tanımlamak gereği duymazlar.

 

Heteroseksizm, heteroseksüelliğin yegane cinsel yönelim olduğunu ileri süren, diğer cinsel yönelimleri yok sayan, baskılayan ya da aşağılayan ideolojidir. Kadınlara yönelik ayrımcılık olan seksizmin (cinsiyetçilik), heteroseksüel olmayanlara yönelik halidir. Heteroseksizm, heteroseksüelliği bir zorunluluk olarak görme ve biricik varoluş biçimi olarak dayatma halidir. Heteroseksizm, Gordon Marshall’ın sosyoloji sözlüğündeki tanıma göre, ‘Karşı cinsten insanların ilişkiye girdiği heteroseksüelliğin karşıtı olarak aynı cinsten insanların ilişkiye girdiği homoseksüelliğin yer aldığı bir dizi toplumsal arenada heteroseksüelliğe ayrıcalıklı rol atfedilen, çok çeşitli toplumsal pratikleri (dilbilimselden fiziksele kamusal ve özel alanda açık ve üstü kapalı olarak) anlatan bir terimdir.

 

Heteronormatizm, heteroseksüelliğin normal ve tek cinsel yönelim olarak görülmesi, toplumsal değerlerin, kuralların ve yaşam biçimlerinin herkes heteroseksüelmiş gibi kabul edilmesidir. İnsanların kadın ve erkek olarak ikiye ayrılmasını; cinsel ilişkilerin/evliliklerin sadece ve sadece karşı cinsiyetlere sahip kişiler arasında olabileceğini ve her cinsiyetin kendine has rolleri olduğunu iddia eden inançlar, düşünceler, normlar bütünüdür.

 

Homofobi, genel anlamıyla eşcinsellere ilişkin olumsuz duygu, tutum ve davranışlar olarak tanımlanır. Homofobi, kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olmanın çok ötesinde kültür ve anlam sistemleriyle, kurumlar ve sosyal geleneklerle ilişkili olarak ele alınması gereken politik bir alanda oluşan, gruplar arası bir sürece işaret eder. Homofobi, daha bireysel (kişilik, benlik algısı, bilişsel yapılar vb.) süreçlerin de etkilediği, eşcinsellerin ve biseksüellerin bir dış grup olarak kavramsallaştırılması sonucunda oluşan ve belirli stereotiplerin eşlik ettiği bir gruplar arası ilişki ideolojisi olarak görülebilir. Homofobik ideoloji kendiliğinden 12 kişisel bir özellik olarak değil, belirli bir sosyo-kültürel bağ- lam içinde oluşur. Kültürel ve bireysel koşullar ve süreçlere dayalı bütün köklerine rağmen pek çok sosyal psikolog, homofobinin ırkçılık ve seksizm(cinsiyetçilik) bağlantıları içinde anlaşılabileceğini düşünür. Homofobi bu anlamda seksizmin önemli bir uzantısıdır. Heteroseksüellikten farklı cinsel yönelimlere sahip insanlara karşı şiddet, erkekliğin, bir anlamda cinsiyetçi kullanımıyla “insanlığın korunması ve kontrolü” için bir mekanizma haline gelir.

 

Transfobi, travesti ve transseksüellere yönelik önyargı ve nefreti anlatır. Biyolojik cinsiyetinden dolayı kendisinden beklenen seksüel ve toplumsal rollere uymayarak cinsiyet değiştirenlere karşı bir tür kaygı ve korku ifadesidir.

LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) hareketi, cinsiyet rejimini sorgulayan ve temellerini sarsan önemli bir dinamik. Bir dönemdir, dünyada ve Türkiye’de yeraltından çıkarak homofobiye, transfobiye, ayrımcılığa, ezilmeye ve militarizme karşı mücadele içinde giderek artan bir görünürlük kazanıyor, tanınma kavgası veriyor ve bir dizi ülkede bu mücadeleyi belli yasal kazanımlarla taçlandırıyor.

İçinde barındırdığı eğilim farklılıklarına rağmen, LGBTİ hareketi genel eleştirisi, yönelimleri, amaçları, hedeflediği tahakküm ve ezilme biçimi, bir seri yerleşik kurum, ilişki, norm, değer yargısı ve anlayış karşısındaki radikal tutumu itibarıyla yeni bir toplum kuruculuğunun vazgeçilmez bir bileşeni. Çünkü bu hareket, başlangıcından yakın zamanlara kadar kapitalizmi taşıyagelmiş bir cinsiyet ve beden rejimini kendi yönünden istikrarsızlaştırıyor. İktidar, baskı ve tahakküm ilişkilerinin belirli biçimlerini aynı anda hem açığa çıkarıyor hem de sorgulamaya tabi tutuyor.

Kimi taleplerinin ileri kapitalist ülkelerin bazılarında kabul edilmesi, bu hareketin kapitalist sistem tarafından özümlenmeye başlandığı ve soluğunun tükenmekte olduğuanlamına gelmez. Bu gelişmeleri, oluşturduğu baskı gücü ve pazarlık imkânlarıyla onun kurulu düzenin güçlerini reform yapmaya zorlaması olarak görmek daha yerinde. Türkiye’de ise henüz güç toplama ve görünürlüğünü arttırma aşamasında olan hareketin önünde kat edeceği uzun ve çetin bir yol var. Bu yolda, Türkiye sosyalist hareketi ile Batı’daki muadillerinden daha farklı, daha etkileşimci ve tarafların birbirine daha çok etkide bulunduğu daha kurucu ve verimli bir ilişki geliştirmesi hem mümkün hem de gerekli.

Onun duyarlılıklarını, sorunlarını ve taleplerini kendi saflarına taşımak, kendi saflarında bilinç yükseltmek… Bu, sosyalist hareketin LGBTİ karşısında, henüz layıkıyla yerine getirilmekten bir hayli uzak görevi. Ama biricik görevi değil. Sosyalist hareket, LGBTİ’nin özerkliğini tanımalı ve onunla buna göre ilişkilenmelidir. Onun güçlenmesini, kazanımlar elde etmesini, kendisini daha tam bir biçimde açığa çıkarmasını ve meşrulaştırmasını, dar anlamda bir desteğin ötesinde ortak bir mücadele konusunu olarak görmelidir. Maruz kaldığı baskı, ayrımcılık ve dışlanmaları da öyle. Cinsel özgürleşme insanlığın bütünsel özgürleşmesinin ayrılmaz bir boyutu. Öyleyse, sosyalist hareket LGBTİ hareketini insanlığın kurtuluş ve özgürleşme yürüyüşünün kalıcı bir bileşeni olarak görmelidir.

Kaynaklar:

Beden Emek Tarih – Gülnur Savran

Yerel Yönetimler ve Cinsiyet: Kadınların Kentte Görünmez Varlığı – A. Alkan

Masallar ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın Kimliğinin Ataerkil Söylemlerle Yeniden Yapılandırılması –  İpek Artun

Kimse kadınları özgürleştiremez, kendilerinden başka…(SYK_MOR’a gönderilen makale) Hikmet Sarıoğlu – Ebru Yıldırım

SYKP Parti programı