21. Yüzyılın Bolşevizmini Yartmak

Lenin’in Marksizmi ilerletişini boşa düşürecek en büyük hata Leninizmi ezberlenip aynen uygulanacak bir devrim şablonu olarak ele almak olacaktır. Oysa Lenin’i Dünya devrimler tarihinin baş sayfasına yazdıran, kendisinden önceki mücadele birikimlerini içselleştirip cesaretle onu ilerleten bir teori ve pratiği ortaya koyması olmuştur. Marksizm softaları Lenin’in her yenilenme hamlesini, ileriye atılışını, ezber bozuşunu “Marksizm’den sapma” olarak damgalamış olsalar da tarihen asıl kendileri “Marksizm eskileri” damgasını yemişlerdir.

Bolşevikleri başarıya taşıyan teorik derinlikleri, politik ustalıkları, örgütsel becerileri, taktik esneklikleri ve iradi sağlamlıkları oldu. Marksizmin ana meselesi olan uzlaşmaz emek-sermaye çelişkisi, her daim kutup yıldızı oldu Bolşeviklerin. Tüm savaşımlarını bu çelişkiyi ilelebet tarihe gömecek bir siyasal hareketi yaratmak ve bu hareketi işçi sınıfının ve müttefiklerin bağrında geliştirerek proletarya sosyalizmini kurmak üzere şekillendirdiler.

Teorik derinlikleri ve netlikleri Birinci Paylaşım Savaşı’nın halkların üzerine bir kabus gibi çökmeye başladığı günlerinde yönlerini kaybetmemelerinin garantisi oldu. Pek çok 2. Enternasyonal partisinin ulusal sermayelerin yedeğine düştüğü noktada yeni bir başlangıcı ve yeniden kuruluşu hedefleyecek kadar cüretkârdılar. Ve bu cüretlerini zaferle taçlandıracak bir örgütlülüğe dönüştürebilecek kadar becerikli…

Stratejik katılıkları, politika ve taktikte tersine bir esnekliğe bırakıyordu yerini. Somut durumu tahlil ederken teorik birikimlerinin tüm potansiyelini, onu nasıl dönüştüreceğini hesap ederken politika sanatının tüm ustalıklarını kullanmaya yatkınlardı.

Marksizmin devasa teorik, pratik, politik birikimi üzerinden yükselen Leninizm/Bolşevizm bir devrim şablonu değil, düşünme ve davranma sistematiğidir. İşte bugün proletarya sosyalistlerinin önündeki görev de Leninizmin/Bolşevizmin düşünme ve davranma sistematiğini kendilerine rehber edinerek bugünün, 21. Yüzyılın Bolşevizmini yaratmaktır.

***

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi’nin kurucu kolektif aklı, kendisinden önceki tüm dünya ve Türkiye devrimci hareketlerinin mirasını kendi birikimi sayarak yola çıktı. Komünist bir dünya tahayyül eden tüm hareketlerin bizden önce edindiği hiç bir tecrübeye baştan rezerv koymadı. Yeniden kuruluş tartışmalarını sürdürürken işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin talep, kazanım, kırılma ve yenilgilerini gen havuzuna almaya gayret etti. Tüm bu birikimi Sosyalist Yeniden Kuruluşa cüret eden kolektif aklın süzgecinden ve sistematiğinden geçirerek yeni bir paradigma ortaya koydu. Programatik bir bütünlükle sunulan bu paradigmanın bitmiş, tamamlanmış, parantezi kapanmış bir konumlanış olduğunu iddia etmek yeniden kuruluşçuluğun yapısallığına aykırı olacaktır. Ama yine de üzerinden yol yürünebilir, işçi sınıfını ve ezilenleri yeni kazanımların, hesaplaşmaların, sıçramaların eşiğine taşıyabilir bir paradigma yarattığımızı da başımız dik, gönlümüz rahat bir biçimde iddia edebiliriz.

Program ve Tüzüğümüzde ifadesini bulan sosyalist yeniden kuruluş zemini, ülke, bölge, dünya ölçeklerinde komünist hareketin ve başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin bugüne kadarki mücadele deneyim birikiminin eleştirel bir tarzda içerilerek aşılmasını hedeflemekte. Sosyalist Yeniden Kuruluş iddiası, Marksizmin köşe taşları üzerinden günün dünyasındaki değişimlerin kavranarak buradan çıkarılan sonuçların teoriye ve pratiğe uygulanması perspektifinden açığa çıkmakta. Partimiz, öncelikle ülke ve bölge düzeyinde olmak üzere dünya çapında bir yeniden kuruluş zemini tarif etmekte ve kendisini bu zemin üzerinde, elbette başı çekme iddiasıyla, konumlandırmaktadır. Bu ise peşinen yeniden kuruluşçu başka güçlerin, dinamiklerin varlığını tanımak ve onlarla daha geniş birlikteliklere, sentezleşmelere açık olmak anlamına geliyor.

Diğer yandan Partimiz, arayışçı ve denemeci niteliğine halel getirmeksizin ve asla kendisini tamamlanmış saymaksızın, günün politik görevlerini yerine getirebilmek için mevcut düşünsel ve eylemsel birikimimize dayanarak kendisini “kurmak” sorumluluğunu taşımaktadır.

Tarihsel önemde büyük bir işe girişmiş olmamız gündelik mücadelenin sıradan ama örgütlü mücadele açısından temel görevlerini ıskalamamız ya da ertelememiz anlamına gelemez. Hakeza, sosyalist hareketin düşünsel ve eylemsel birikimlerini içerek aşma, günün devrimci görevlerini karşılayabilecek örgütsel formları arama, bulma, anlama, yaratma hedefimiz bu güne kadarki birikimlerimizi olduğu gibi bir kenara bırakmayı da gerektirmez. Bu arayışı devrimci mücadeleden kopuk entelektüel bir faaliyet olarak görmüyorsak, pratiğin ve teorinin birbirini beslediği ve birbirlerinden beslendiği kolektif devrimci faaliyeti sürdürmenin asgari koşullarını, örgütsel işleyişini kurmamız yeniden kuruluş perspektifimizin de olmazsa olmazıdır.

Bu paradigma üzerinden bugüne kadar yürüdüğümüz yol bizi ikircimliğe düşürmek bir yana daha büyük bir sorumlulukla ileriye atılma motivasyonuna taşıdı. İlkini düzenlemekte olduğumuz parti okulumuz işte bu ileri atılışın hazırlığı, soluklanması, teorik, politik, örgütsel donanımını gözden geçirip eksiklerini tamamlayarak daha yetkinleşmiş bir kapasiteyle yeni dönemi göğüsleme iradesinin ortaya çıkarma arayışıdır.

***

Ağırlıklı olarak TKEP geleneğinden gelen yoldaşların oluşturdukları Sosyalist Gelecek Parti Hareketi (SGPH), Kurtuluş geleneğinin kurucu kadrolarının büyük kısmını içinde barındıran Sosyalist Parti, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) / Türkiye Komünist Partisi-Birlik (TKP-B) geleneğinden gelen yoldaşların oluşturdukları Sosyalist Birlik Hareketi (SBH) ve Doktor Hikmet Kıvılcımlı geleneğinden Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi’nin kolektif iradesiyle başlamıştı Sosyalist Yeniden Kuruluş (SYK) tartışmaları. Elbette kurucu tartışmalara sadece bu geleneklerden değil, köken olarak pek çok farklı gelenekten gelen ya da geçmiş örgütsel deneyimi olmayan yoldaşlarımız da katıldı.

SYK tartışmalarımız asıl olarak 12 Eylül Askeri darbesinin ve reel sosyalizmin çözülüşünün ardından Türkiye Sosyalist Hareketinin bir kesiminde başlayan yenilenme tartışmalarının geldiği yeni bir aşamaya tekabül etmekteydi. 80 Öncesinin devrimci mücadele deneyimlerinin yanı sıra, Kuruçeşme tartışmalarından Kürt Hareketi’nin Türkiye soluyla birlikte kurmak istediği Halkın Emek Partisi’ne (HEP), BSP’den ÖDP’ye bu topraklardaki önemli birlik ve yenilenme denemelerinin deneyimlerini barındırıyorduk içerimizde. ÖDP’nin dağılışı sonrası ayrı nehir yataklarında aksa da aynı kulvarda ilerleyen mücadelemizi Sosyalist Forum ve Sosyalist Kolektif çalışmalarının ardından Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi’ne kadar taşımayı başardık.

Geçmiş birlik deneyimlerinden çıkardığımız en önemli derslerden biri olarak partiyi oluşturan bileşenlerin bağımsız varlıklarını sona erdirip tam bir sentezlenmen önünü açarak yeniden kuruluş hamlesini partileşme aşamasına taşıdık. Bileşenlerimizin en zor günlerde dahi bayraklarını düşürmeden bugüne kadar taşımış olması çok kıymetliydi elbette. Ancak yeniden kuruluş doğrusal gelişimci bir ilerlemeyle değil, geçmişi sorgulayıp aşarak gerçekleştirilecek bir sıçramayla mümkündü. Dünün sorularına verdikleri yanıtlardaki farklılıklardan dolayı ayrı yollarda yürüyen komünistlerden bugünün sorularına aynı yanıtı vereneler sosyalist yenden kuruluşun özü ve hamuru oldular.

Yeniden Kuruluşçu komünistlerin partileşmeyi sağlamasına paralel bir görev olarak ve iki kuruluşun yükünü sırtlanmaktan hiç yüksünmeden ülkenin acil ihtiyacı olan demokratik cepheleşme için var gücümüzle çalıştık. İl il, ilçe ilçe bir yandan yeniden kuruluşçu paradigmayla SYKP’yi örgütledik, bir diğer yandan devrimci demokrasi mücadelesinin cephesi olan Halkların Demokratik Kongresi ve Partisini.

Elbette Sosyalist Yeniden Kuruluşu ne teorik, ne pratik ne de örgütsel olarak tamamlanmış görmüyoruz. Hatta kendimizi daha bu sürecin başında sayıyoruz. Bugün HDK/HDP içerisinde birlikte hareket ettiğimiz pek çok siyasi yapı ve bireyle yollarımızın yeniden kuruluş paradigmasında kesişeceğine inanıyor ve hem örgütsel/kadrosal hem de teorik/politik şekillenişimizi buna göre gerçekleştirmeye gayret ediyoruz.

Bugünkü programımıza temel teşkil eden Sosyalist Yeniden Kuruluş tartışmaları sürecinde mücadele perspektifimizi yönlendirecek temel işaret taşlarını hep birlikte belirledik. Dönemin kolektif devrimci örgütünü yaratma doğrultusunda işlettiğimiz tarz dahi SYKP’nin örgüt anlayışına büyük katkılar yapmıştır. Dört kadim siyasi geleneğin “eklemlenme değil sentezlenme” hedefiyle başlattığı tartışmalar, sadece merkezi düzeyde değil asıl olarak yerel meclislerde tartışılıp olgunlaştırılarak bir kolektif irade haline getirildi. Karadeniz’den, Çukurova’ya, Antep’ten Trakya’ya irili ufaklı 40’a yakın tartışma grubunda ele alındı Sosyalist Yeniden Kuruluş. Ve bu tartışmalar ilerledikçe merkezileştirilerek kolektif aklımız, programımız haline geldi.

***

Yaklaşık iki yıl süren ve yüzlerce toplantıyla olgunlaşan sosyalist yeniden kuruluş paradigmamız, günümüz kapitalizmini ve onu aşma praksisini analiz etmekte Marksizmin kapasitesini bir kez daha test etmiş oldu. Emperyalist kapitalizmi aşmada emek-sermaye çelişkisinin belirleyiciliğini ve işçi sınıfının devrimci potansiyelini bir kez daha tespit ettiğimiz tartışmalarda, diğer toplumsal çelişkilerin, mücadelelerin proletarya sosyalizmi programıyla teorik ve örgütsel olarak nasıl ilişkilendirileceği yeniden kuruluşa açılan en önemli penceremiz oldu.

Türkiye devrimci hareketi içerisinde 70’lerden itibaren etkisini göstermeye başlayan ancak özellikle 80 darbesi sonrası ve reel sosyalizmin çözülüşüyle egemenliğini ilan etmeye çalışan postmarksizm en belirgin olarak “işçi sınıfından kaçış”la kendini ortaya koydu. Marksizmin ekonomist, sınıf indirgemeci sapmalarını Marksizmin kendisiymiş gibi ele alarak kendini hegemon ilan eden postmarksizm, asıl olarak “ideolojilerin ve sınıf savaşının” sonunu ilan eden neoliberal aklın sosyalist harekete yansımasından başka bir şey değildi. İşçi sınıfının kapitalizmi yıkma ve aşmada tarihsel devrimci rolünü reddeden bu akıl elbette ki bunun örgütsel karşılıklarını da yarattı: bütünsellikten, merkezileştirmekten ve iktidarlaşmaktan kaçış!

Yeniden Kuruluş paradigmasını bir yanıyla “Marksizm’den kaçış” ideolojisiyle, diğer taraftan ise Marksizm-Leninizmi bir dogma olarak ele alan, Kapital’e Kuran-ı Kerim, Marksist önderlerin söylediklerine hadis-i şerif gibi yaklaşan akıl tutulmasıyla hesaplaşarak oluşturduk.

Bir yanlış anlamayı baştan engellemek için belirtmemiz gerekir ki bir komünist partinin kendisini tam anlamıyla bütünleştireceği tek sınıf/dinamik işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, esasta bizim için tarihsel/ toplumsal dayanak olarak bütünleşmemiz gereken ve süreç içinde onun şekle bürünmüş iradesi olmamız gereken yegâne sınıftır. Bizim komünist siyasallaşmamız ancak ve ancak kendimizi sınıfın siyasallaşmış hali olarak ideolojik, politik ve örgütsel düzeylerde konumlandırabilirsek mümkün olabilecektir.

İşçi sınıfının tarihsel devrimci rolünü kabul etmekle birlikte sınıfın bugünkü durumunu, üretimdeki konumlanışını, üretim ilişkilerinin neoliberal formu içerisinde aldığı yeni şekillenişi ve tüm bunlara uygun yeni teorik, politik, örgütsel karşılığı üretmenin yeniden kuruluşçuların sorumluluğunda olduğunun farkındayız.

Sosyalist hareket ile işçi hareketinin önce ayrı ayrı kollardan yürüyüp, sonradan ve günün birinde buluşması şeklindeki klasik formülasyonun, bugünün dünyasına ve günümüzün yeniden kuruluşçu konjonktürüne uymadığını tespit ediyoruz. Günümüz dünyasında sosyalist hareketin yeniden kuruluşu ile işçi hareketinin yeniden kuruluşu tek ve bütünsel bir sürecin birbiriyle etkileşim halindeki iki veçhesidir. İşçi hareketinin değişen bileşimiyle kendini inşa etmesine katkıda bulunduğu nispette sosyalist hareketin de yeniden kurulabileceğinin farkındayız. Bu, örgütsel görevlerimizi derinden başkalaştıran bir ön-kabuldür bizim için.

Postmodernizmin ve postmarksizmin komünizm davasını kimlik mücadeleleri havuzuna hapsederek ayrı ayrı boğmasına karşı çıkış kimlik mücadelelerini büsbütün reddederek ve sınıf mücadelesinin dışına atarak olamaz. Ayrıca bu özgün mücadele dinamiklerini “görmek” de yetmez. Tüm diğer çelişkilerin çözümünü emek-sermaye çelişkisinin çözümü sonrasına bırakıp, işçi sınıfı dışındaki bütün güncel, tarihsel, cinsel, ulusal, inançsal, kültürel ve kentsel mücadele dinamiklerini “işçileştirerek” mücadeleye dahil etmek isteyen bir yeniden kuruluş eskinin gölgesinden çıkamayacaktır. Dünya devrimler ve devrimci mücadeleler tarihinden dersler çıkartarak ilerleyen bir yeniden kuruluş ancak ve ancak bu dinamiklerle (onların daha geniş özgünlüklerini, kapsamlarını bilerek ve tanıyarak) antikapitalist ve giderek komünist bir eksende buluşacak bir paradigma geliştirerek olabilir.

Doğayı ve bir parçası olarak insanı topyekûn olarak kurtuluşa taşıyacak bir paradigmanın olamayacağına inancın yaygınlaşması bir yönüyle postmodernizmin dönemsel olarak ideolojik galebe çalışıyla ilintili olsa da, diğer yanıyla Marksizmi bugünün gerçeklerine göre geliştirme yerine dogmatizm batağına saplanarak değişime direnmeyi marifet sayan akımların günahıdır.

Kadın hareketinin, ekoloji mücadelesinin, LGBTİ’lerin, güncel kapitalizmin çözmeyi başaramadığı ulusal ve inançsal mücadele dinamiklerinin kazanımlarını ve mücadele programını işçi sınıfın kurtuluş programıyla birleştirmeyi başaramayan bir yenilenme gerçek anlamda bir yenilenme olmayacaktır.

  1. yüzyılın proletaryası ve onun devrimci partileri ezilen, tahakküm altında bulunan, sömürülen diğer dinamikler açısından kendiliğinden ve otomatik olarak öncülük rolü üstlenemez. Bu ancak stratejik olarak bu mücadele dinamiklerini çözümleyip kavrama, örgütsel olarak doğru ilişkilenme biçimlerini geliştirerek kapsama ve taktiksel olarak birlikte/bir arada mücadele alanlarını yaratmakla mümkün olacaktır.

Parti-Alan ilişkisi

Kapitalizmin yapısallığıyla teorik açıdan uzlaşmaz bir çelişki içerisinde olmayan ancak bir dizi konjonktürel, tarihsel, kültürel ve hatta coğrafi özelliklerden kaynaklı olarak çözülemeyen tüm çelişkiler, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin konusu durumundadır. Öyle ki bunların pek çoğunun tarihi kapitalizmden eskidir. Ortaya çıkışı ve gelişimi sürecinde kapitalizm bunların pek çoğunu kendisine payanda etmiş ancak nihai olarak çözüme götürmemiştir.

İşçi sınıfının ve onun öncü partisinin bugün kapitalist sistemle ve özel olarak aktüel rejimle sorun yaşayan hiçbir dinamiğe burun kıvırma lüksü yoktur. Hatta görevimiz, henüz çelişkisi açığa çıkmayan tüm dinamikleri harekete geçirmek ve onların sistem/rejim karşısında örgütlü bir güç haline gelmesine, öz örgütlülüklerini yaratmalarına katkı sağlamak ve bu hareketleri işçi sınıfının tarihsel hareketiyle buluşturmaktır.

Elbette bu dinamiklerle ilişkilenirken kendimizi onların yerine ikame ederek, bizzat “onlarmışız” gibi davranarak hareket edemeyiz. Bizim rolümüz bu dinamiklerin aktüel rejime, baskı, tahakküm, sömürü unsuruna karşı en genel hatlarıyla yan yana gelişine katkı sağlamak ve bu dinamiklerin içerisinde antikapitalist ve giderek komünist bir hattın güçlenmesine örgütlü destek vermektir.

Partimiz hiçbir koşulda kendisini bu dinamiklerin yerine koymaz, onun sınıfsal ve kültürel çoğulcu yapısını görmezden gelemez ve onun adına karar alamaz. Ancak varsa içerisindeki üyeleri aracılığıyla, yoksa alanla kurduğu ideolojik, politik, pratik bağla alanın politikalarında ve örgütlenmesinde etkili olmaya çabalar. Ve elbette Parti, bu dinamikler içerisindeki anti-kapitalist, komünist unsurlar aracılığıyla tüm dinamikleri yan yana getirecek bir bütünsel mücadele perspektifini sürekli olarak güçlendirir.

Alan-Parti diyalektiğini geliştirirken sadece dışımıza bakarak tartışmadık. Aynı zamanda partinin içinde de bu mücadele dinamiklerinin birer siyasi irade olarak yansıması kaçınılmazdır. Hatta 21. Yüzyılın Bolşevik partisi temel siyasal hattını ve gövdesini işçi sınıfının öncü unsurlarının oluşturduğu bir siyasal iradeler bileşkesidir. Bu anlamıyla kendimize ilke edindiğimiz çoğulculuk sadece parti içi fikir farklılıklarından yola çıkarak oluşabilecek platformlar nezdinde değil dinamikler nezdinde de karşılık bulabilecektir.

Bu mücadele dinamiklerinin tamamının parti içerisinde de yansımaları olacaktır/olmalıdır. Partinin programatik konumlanışı bu dinamiklerin tüm mücadele taleplerini içermiş olsa dahi bunun garantiye alınışı ancak parti içerisinde de siyasi bir irade olarak örgütlü duruşlarıyla mümkündür. Partiyle ilişkilenme, özdeşleşme biçimleri birbirlerinden farklı olsa da özel olarak bir alana ilişkin politika geliştiren üyeler parti üyeleri arasında özerk örgütlenmelere (parti örgütü) ve alanla parti arasında bağımsız örgütlenmelere (alan örgütü) giderek alanla partinin ilişkisini sağlayacak, bunun tarzını ve hukukunu yaratacaklardır.

Parti içerisinde ve üyeler arasında kurulan tüm örgütlenmeler özerk yapılanmalar olmakla birlikte parti programına, hukukuna ve mekanizmalarına bağlıdır. Ancak alanda parti üyeleri dışından bireyler, gruplar ya da çevrelerle ya da bu hedefle kurulun örgütlenmeler (alan örgütleri) doğrudan ve organik olarak partiye bağlı değildir. Bu örgütlenmeler içerisindeki parti üyeleri partinin program, tüzük ve politikalarına uymakla sorumlu olsalar da alan örgütünün bağımsızlığı tartışılamaz.

Alan örgütlerinde parti görüşlerinin belirleyiciliği alanda çalışma yürüten partililerin yetenek, kapasite ve örgütlülüklerine bağlıdır. Burada kendiliğinden ya da salt nicel güce dayanarak belirleyici olmaya çalışmak alanın gelişme potansiyellerini köreltecektir.

Bu konuda bir başka önemli husus da, partililerce ve onlara yakın düşünenlerce kurulmuş alan örgütlenmesi, alanın tüm potansiyelini barındıracak olan “öz örgütlenmelerin” yerine konulamaz.

  1. yüzyıl devrimleri, örgütsel ve politik çoğulculuk, sınıfsal ve sınıf içi ifadeler çeşitliliği, kapsanan anti-kapitalist dinamikler zemini, kimlik yelpazesi, karşı-kültür hareketleri, yerel ve ülkesel toplumsal muhalefet odakları bakımından çok bileşenli ve çok eksenli, zenginleşmeye açık, dinamik ve siyasal ile toplumsal olan arasındaki mesafeyi eritecek şekilde konumlanan koalisyonların eseri olabilirler ancak. Bu tarz bir ittifak siyaseti işçi sınıfının kendi iç birliğini sağlamasının da vazgeçilmez bir yoludur. İşçi sınıfı böyle bir ittifak siyasetinin başını çekmek, müttefiklerinin özgüllüklerine alan açmak, özerk var olma haklarını tanımak, çeşitli mücadele eksenleri arasında paralellikler, kesişmeler, yakınlaşmalar ve örtüşme zeminleri yaratmakla yükümlüdür. Böyle bir ittifak kendisini sadece bir muhalefet ve karşı-iktidar odağı inşa etmekle sınırlayamaz; aynı zamanda, demokratik ve sosyal bir cumhuriyeti aşağıdan ören bir seçeneği de temsil etmek durumundadır.

Yerel – Merkez ilişkisi

SYKP, durmaksızın bürokrasi ve hiyerarşi üreten merkezileşme modellerinden olduğu kadar, bu tehlikeyi savuşturmak için yerelleri ve alanları kendi başına ve yalıtık bırakan otonomcu yaklaşımlardan da uzak durur. SYKP’nin yaklaşımı, güçlü, özerk, inisiyatifli yereller ve alanlar üzerinde yükselen işlevsel, özerkliklerle interaktif ve etkileşimli bir ilişki içinde olan güçlü bir merkez ve merkezileşmedir. Merkez gücünü elinde bulundurduğu yetkilerden değil, yerellerle ve kendi dışındaki ittifak güçleriyle, diğer komünist hareketlerle, toplumsal dinamiklerle kurduğu karşılıklı etkileşimden ve siyasi yoğunlaşmasından alır.

Geçmişin örgütsel ve siyasi tüm yetkiyi elinde toplayan katı merkeziyetçi parti modeli ne bugünün dünyasına karşılık verebilir ne de çok katmanlı mücadele eksenleri içerisinde anlamlı bir varlık gösterebilir. Yerellerin özerkliğine ve inisiyatifine yaptığımız bu vurgu salt bir yetki dağılımı meselesi değildir. Özyönetimciliğe uygun bir konumlanış, yerelin tüm nesnelliğinin ve özgünlüğünün hakkının verilmesi ve kapitalizmi sadece merkezi vuruşlarla değil yerel kuşatmalarla sarsmak için zorunluluktur bu yeni konumlanış.

Yerelleri Merkez tarafından düşünülmüş, üretilmiş taktiklerin basit birer uygulayıcısı konumunda görmek günümüz devrimci partisini en çok ihtiyaç duyacağı yaratıcılık, inisiyatiflilik ve bütünü kavramış bir yerellikten mahrum bırakacaktır.

Hakeza, kapitalizmin iktidarını devam ettirebilmek için her gün daha da yoğunlaştırıp yetkinleştirdiği merkezi devlet ve devlet dışı organizasyonları karşısında, komünistlerin gücünü yukarıda vurguladığımız zeminlerden üretmiş güçlü merkezi örgütlenmelerinden kaçınması iktidar perspektifini yitirmek ya da kolektif iradeyi kişilere teslim etmekten başka bir anlam taşımayacaktır.

Postmarksizmin parça-bütün diyalektiğini önemsizleştiren “ayağının bastığı yer direnişin merkezidir” mottosu ancak “ayağını bastığın yer direnişin merkezidir ve merkezlerin etkileşimli koordinasyonu devrimin garantisidir” biçiminde tamamlandığında anlamlı hale gelecektir.

Birey parti ilişkisi

Parti üyeliğinin asgari koşulları belirli normlarla (Parti programını kabul etmek, aidatını düzenli olarak ödüyor olmak, bağlı olduğu birimin meclis toplantılarına düzenli olarak katılmak) tariflenmiş olsa da yerelle merkez arasındaki etkileşimli ilişki formülasyonu bireyle parti arasında da geçerlidir. Birey üyeliğini parti örgütleri ve faaliyetleri dolayımıyla gerçekleştirirken dahi bireysel yaratıcılığını ve kapasitesini kolektif akla ve pratiğe katmanın yollarını zorlamalı, parti mekanizmaları da bu tür bir katılımı cesaretlendirici, besleyici ve kolaylaştırıcı yöntemler geliştirmelidir.

Partiye üye olmak en başta ve asıl olarak bir gönüllülük ilişkisidir. Ancak bu gönüllü ilişki başladığı andan itibaren devreye giren sorumluluklar bireyle parti arasındaki ilişkinin karşılıklı etkileşim kanallarını çeşitlendirmeye başlar. Gönüllülük ilişkisi, parti mekanizmalarında alınan görevlerle daha da şekillenir, bireyle kolektif arasındaki bağlayıcılıklar ve etkileşimler zenginleşir. Partiyle asgari düzeyde ilişki kuran bir üyeyle parti mekanizmalarında görev alan üye arasındaki fark gönüllülük düzeyinin sorumluluk ilişkisiyle pekişiyor oluşunda görünürleşir.

Parti mekanizmalarında görev almak diğer üyeler nezdinde hiçbir üstünlüğe yol açmayacağı gibi, sorumluluk, kapsayıcılık, hesap sorulabilirlik anlamında daha büyük bir özveriyi beraberinde getirecektir. Bireysel anlamda bir hiyerarşi yaratmayan parti mekanizmaları kolektif aklın ve iradenin birey üzerindeki dönüştürücü ve pozitif anlamda zorlayıcı etkisini yadsımaz. Üyelerden beklenen yaratıcı, inisiyatifli, kapsayıcı, etkileşime açık katılım biçimi asla başına buyrukluk, kendini kolektife dayatma ya da onun önüne/üstüne koyma, kişisel fedakarlıklardan kaçınma anlamına gelmez. Tek taraflı ve yukarıdan aşağıya inşa edilmiş “biz”in, her türlü kişisel kapasiteleri, becerileri, istençleri ve yetenekleriyle “ben”i kadükleştiren boğuculuğuna karşı, parti birey ilişkisini çift taraflı olarak inşa etme anlayışımız asla ve asla “ben seviciliğine” de müsaade etmeyecektir.

MÜCADELE TARZIMIZ

Sosyalist Yeniden Kuruluş tartışmalarından dönemin devrimci kolektif partisi SYKP’ye geçerken üzerinde yükseldiğimiz ilk üç sütun Marksizm’de ısrar, yenilenmede ısrar ve enternasyonalizmde ısrarsa bu üçünü tamamlayan dördüncü sütun da ihtilalcılıkta ısrardır.

SYKP, siyasal devrimleri nesnel gelişmelere ve kendiliğinden olgunlaşmalara bırakan “nesnelciliği” de üretici güçlerin konumlanışıyla üretim ilişkilerinin gelişim düzeylerini hiçe sayan “iradeciliği” de mücadele anlayışının dışında bırakır.

Kapitalizm koşulları altında başlayan ve gelişen toplumsal devrim hareketlerinin açığa çıkardığı her türlü görevi partimiz tereddütsüzce kabul etmektedir. Doğrudan bir siyasal iktidar değişimiyle sonuçlanmasa dahi toplumsal devrimlerin “birbirini izleyen kalkışmalar, direnişler, isyanlar, mevzi savaşları, sermayeyi reformlar yapmaya zorlayan çeşitli türden mücadeleler,  hak kavgaları, özgürlük mücadeleleri, baskıya ve disipline karşı başkaldırılar, zamanın, mekânın ve emek süreçlerinin denetimi etrafında dönen çatışmalar, sabotajcı pratikler, pasif ve aktif boykotlar” biçiminde cereyan eden gündelik pratiği, işçi sınıfının ve onun devrimci partilerinin siyasal devrimlerini içerisinde büyüttükleri yatağıdır. Yeni mücadele ve örgütlenme biçimi keşifleri, dayanışma ve yardımlaşmanın yeni yollarının icat edilmesi, karşı-kültür hareketleri, beden üzerinde dönen mücadeleler, göçler ve kaçışlar, kurucu deneyimler, yaratıcı girişimler, özyönetim deneylerinin biriktirilmesi, mülksüzleşme ve yoksulluk karşısında geliştirilen ayakta kalma yordamları, toplumsal yaşamın pek çok alanında görülen dönüştürücü müdahaleler, sermayenin beklentilerine karşıt özneleşme pratikleri ve kapitalist toplumsal ilişkilere alternatifler yaratılması” merkezinde işçi sınıfının olduğu bir siyasal devrimle iktidarın ele geçirilmesinin habitatıdır.

Toplumsal devrim, kapitalizmin bağrında başlayan dönüşümlere yaslanarak siyasal devrimi hazırlarken, siyasal devrim de burjuva iktidar aygıtını parçalayarak toplumsal devrimin nihai hedefine yürümesinin önündeki engelleri ortadan kaldırır. Toplumsal devrimin kapitalist toplumun bağrında yarattığı dönüşümler ancak siyasal devrimler yoluyla ele geçirilmiş iktidarın yaratacağı imkanlar ve yeni konumlanışla komünist topluma kadar ilerletilebilir. Toplumsal devrimleri siyasal devrimden sonrasına bırakan indirgemecilik ne kadar çıkışsızsa, işçi sınıfı öncülüğünde tüm ezilenlerin iktidarını kuracak olan siyasal devrimler olmadan toplumsal devrimlerin nihai sonuçlarına ulaşacağını ve kalıcılaşabileceğini düşünmek de aynı ölçü de çıkışsızdır.

Siyasal devrimler, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de kapitalizmden komünizme evrensel geçiş sürecini radikal bir biçimde hızlandıracaktır. Bu, eşgüdümlü bir biçimde, süreci hem “aşağıdan” hem de “yukarıdan” yönlendirerek küresel kapitalizmi sarsma, bulaşıcı bir örnek yaratma, yeni siyasal devrimleri ve kopuşları özendirme, burjuva uygarlığın açmazlarına ve tıkanıklarına neşter vurmaya başlama, kapitalist dünyaya her açıdan yeni standartlar dayatma ve kazanılmış bir mevziyi uluslararası işçi hareketinin ve anti-kapitalist mücadelelerin hizmetine sunma olanağının yakalanması demek. Bu olanağı layıkıyla değerlendirmek, bir yerel veya bölgesel devrimin, hem enternasyonal görevi hem de dünya devriminin bir tür kaldıracı rolünü üstlenebilmesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Bu günkü koşullarda bölgesel devrimlerin her zamankinden daha fazla imkan dahilinde olduğu Latin Amerika, Kuzey Afrika ve Ortadoğu pratikleri ile görülmekte. Herhangi bir bölgede, o bölgenin bir ülkesinde başlayan bir devrim bölgenin diğer ülkelerine de hızla yayılıyor. Türkiye’de ve Kürdistan’da başlayacak bir devrimin bölgesel bir devrime dönüşme ihtimali artık bir ihtimal olmaktan çıkıp bir olanak haline gelmiştir. Bu durumda bölgesel bir enternasyonal alt oluşumu yaratma görevi, bölgesel bir devrim stratejisiyle birlikte düşünülmek zorunda. İttifak siyaseti devrim stratejisinin bir bileşeni ise, bölgesel bir devrim stratejisi için bölgesel ittifak güçleri belirlenip, bu güçlerle mücadele birlikteliğinin zeminlerini bugünden oluşturmak güncel görevimizdir.

Tarihsel ve coğrafi konumu, küresel kapitalizm içindeki yeri, gelişme düzeyi ve çelişki zenginliği, siyasal irade boşluğu itibarıyla Türkiye ve Ortadoğu buna aday bölgelerin başında gelmektedir. SYKP, bunu bir gerçekliğe çevirmek için, Türkiye’de ve Ortadoğu’da işçi sınıfının iktidarıyla ve bunun ifadesi olacak Demokratik ve Sosyal Cumhuriyetle sonuçlanacak bir siyasal devrim uğruna mücadele eder.

***

Toplumsal devrimlerin Kapitalizm içi mücadele kanal ve imkânlarını sonuna kadar kullanmak bizi bu alana hapsetmez, aksine bu devrimlerin geri dönmezcesine kalıcılaşacağı üretim ilişkilerini yaratacak sıçramaları yapabilmek için sürekli ve sistematik olarak bu alandan taşmamızı zorunlu kılar. SYKP, proletarya sosyalizmine geçişte devrim güçlerinin işçi sınıfının etrafına dizilmesinde teorik, politik ve örgütsel rol üstlenen bir “araç”tır. Bu araç mücadelenin seyrine, hedeflerine mesafesine, üretici güçlerin ve toplumsal dinamiklerin müdahalelerine bağlı olarak süreklilik içerisinde biçim değiştirebilir, kendisini yasalara bağlayan ya da bağlamayan mücadele formları geliştirebilir. Mevcut rejimin yasaları çerçevesinde kurulmuş olsa bile sürekli olarak bu yasal alanı fiili müdahaleler, zorlamalar, meşruiyet alanı açma girişimleriyle yasa(k)ları anlamsızlığa sürükler. Bu haliyle SYKP, kökleri, dokuları, sinirleri ve beslenme damarları boylu boyunca toplumsal devrimin mücadele alanlarına yayılmış ve konumlanışını siyasal devrim mücadelesinin ön cephelerinde konsantre eden devrimin öncü güçleri arasındadır.

Partimizin kuruluş tartışmaları sürecinde ve 1. Kongremizde yaptığımız siyasal analizler, içerisinde bulunduğumuz sürecin ve önümüzdeki dönemin bizlere yüklediği büyük görevlere ışık tutuyor. Kapitalizmin pek çok açıdan içerisinden çıkmayı başaramadığı ekonomik, siyasal, cinsel, ekolojik krizler sarmalı bölgemize daha büyük kasırgalar biçiminde yansıyor. Böylesi dönemler aynı zamanda büyük dönüşümlerin de imkân bulduğu dönemlerdir. Kuzey Afrika’dan Suriye’ye, Irak’a, Kürdistan’a son yıllarda yaşanan gelişmeler ve mücadelenin seyrettiği biçimler SYKP’yi ve kadrolarını her türlü gelişmeye hazır olma göreviyle karşı karşıya bırakıyor. Hep söylediğimiz gibi, tarih sadece mekanik bir determinizmle doğrusal biçimde akmaz. Bu akışın ileri ve geriye doğru sıçramalar yaptığı konaklar hep var olmuştur ve olacaktır. İşte şimdi böylesi bir sıçrama sürecinin önünü açabilir gelişmeler. Bizler de bütün kapasitemiz, yeteneklerimiz, örgütsel ağlarımız, eksiklerimiz ve avantajlarımızı bu sıçrama anını doğru değerlendirmek üzere hazır hale getirmeliyiz.

Sistemle ve onun sınırlarıyla her gün ve yeniden yüz yüze kalmak, bizi gerideki görevlerimizden azade edip sadece uçuruma sevdalı hale getirmemeli. Biz uçuruma sevdalı olduğumuz kadar dağın kendisine de sevdalıyız. Gündelik örgütsel faaliyetleri önemsiz gören, uzun soluklu emekler vermekten kaçınarak kalıcı bir toplumsal dönüşümün olmazsa olmaz konumlanışlarını ıskalayan, sistemli, sürekli, ısrarlı, yaratıcı, kapsayıcı, harekete geçirici, esnek ama kararlı bir partili militan kimliğini ve mücadele tarzını geliştirmeden sistemde kırılma yaratma hayali ancak bir süreliğine ayakları yerden kesecektir.

Sadece “parlak işlere, görünür olmaya” kıymet veren, devrimin “görünmez, şatafatı olmayan emeklerini” değersiz sayan, devrimci bir müdahalenin hazırlık ve kazanımları toplama mekanizmalarını önemsizleştirerek sadece bir anlık “en önde” olmaya ve ardından bu “an”ı sanal medyada türevleştirmeye konsantre bir mücadele anlayışı, gerçek dünyanın kazanımlarıyla derinleşmek yerine, sanal dünyanın 140 karakterlik kahramanlıklarıyla (!) tatmin olacaktır.

Ve aynı anlama gelmek üzere, kendi yerelini, alanını, faaliyetini biricik sayan, birikimlerini yoldaşlarının deneyimleriyle zenginleştirmekten kaçınan, kalıcı kazanımlar elde etmenin ana maddesi olan rutin işleri yeri ve anı geldiğinde sıçratabilmekten uzak bir tutuklukla her öne atılmayı “maceracılıkla” mahkum eden bir determinist akıl da bizim aklımız değildir.

Biz hem bir devrimci partinin yoğun emek, sabır, süreklilik, birikim isteyen gündelik/rutin faaliyetlerini sırtlayacağız, hem de bu sürekliliği hep devrime daha yakın bir konumlanışa sıçramaya zorlayacak cüreti, cesareti, iradeyi kuşanacağız. Yeri gelecek en riskli, en yoğun emek verdiğimiz, en büyük fedakarlıklarla gerçekleştirdiğimiz işlerimizi denizle buluşmak için en ufak çatlakları bile değerlendirerek kendine yol açan bir yer altı suyu gibi derinden, görünmez ve sessizce ilerleteceğiz; yeri gelecek bir bardak suda fırtına kopartacak, devrim için akıtılan alın terinin bir damlasının dahi boşa gitmesine müsaade etmeyeceğiz.

Ve bir kez daha altını çizmek gerekirse, gündelik yaşamını organize etmekten, en önemsiz görünenden, en çok önem atfedilene tüm devrim işlerinin hamalı olmaya gönüllü olmaktan, zamanı ve yeri geldiğinde sistemin sunduğu kimi olanaklardan vazgeçmekten ve mücadelenin ihtiyaçlarına göre yeniden konumlanışlardan uzak bir kadro tipolojisinin oluşturacağı yekûn devrimin partisi olabilmekten de uzaktır.

Bir devrimin esas anlamıyla üzerinde yükseldiği gösterişsiz, sürekli olarak yeniden yeniden başlayan ve ancak tüm koşulları olgunlaştığında yeni bir aşamaya sıçrayabilen, görsel ve sosyal medyada pek yer bulamasa da zamanı geldiğinde etkisini ortaya çıkartabilen, kişisel ve örgütsel kapasitelerimizi her gün yeniden sorgulamamızı zorunlu kılan “gündelik devrimci faaliyet” zafere imza atmanın tek garantisidir. Böylesi bir işleyişi kurumsallaştırmış bir devrimci parti yanlış politikalar, taktikler ve zamanlamalar yaparak yenilgiler yaşayabilir. Ama bu alt yapı onun yeniden ayağa kalkarak savaşı sürdürebilmesine imkân tanıyacak ve bir kez daha kazanma iddiasını büyütebilecektir. Diğer türlüsünün ise sadece “bir atımlık barut” olduğunun çokça örneği vardır tarihimizde…

Kolaya kaçan, kestirmeden kazanımlar elde etmeye odaklanmış, hızlı zaferler peşinde koşan, sistemin kuşatıcı katmanlarını göz ardı eden ya da kolayca aşabileceğini düşünen tarz bir imkânını bulup parlasa da kısa sürede sönmeye mahkumdur. Biz isim yapmak değil, devrim yapmak derdinde olmalıyız. Verdiğimiz mücadele adımızı da sıfatımızı da peşi sıra getirecektir. Tarihe mal olmuş bütün hareketler kendileri için dedikleriyle değil, toplumun ve tarihin onlar için dedikleriyle anılırlar.