Yerleşimci-sömürgeci İsrail’in NATO’nun çıkarlarıyla paralel biçimde Ortadoğu halklarına karşı yürüttüğü kapsamlı savaş bugün bölgedeki direniş odaklarının zayıflatılması ve geri çekilmesi sonucunda önemli bir mevzi kazandı.
27 Kasım’da Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki cihatçı yapıların başlattığı saldırılar olağanca hızıyla ilerleyerek yıllardır doğrudan ve dolaylı işgal, yağma, ülkeyi ve toplumsal dokuyu çökertmeyi amaçlayan ambargo altında toplumsal temelleri çürüyen otoriter Baas rejiminin yıkılmasıyla sonuçlandı. Şam, Nusra Cephesi’nin takım elbise giydirilmiş komutanı Muhammed el-Colani liderliğindeki HTŞ’nin kontrolüne geçti.
Kapitalist Paylaşım Savaşı Derinleşiyor
Suriye İç Savaşı, yerel diktatörlüklerin ve siyasal boşluktan yararlanarak iktidarlarını pekiştirmek isteyen aktörlerin eliyle yürüyen boyutuyla bir bölgesel savaştır. Nitekim HTŞ öncülüğündeki güçlerin Şam’a girmesinin ardından İsrail, tarihin en geniş çaplı hava harekatıyla Suriye rejiminden kalan askeri-stratejik merkezleri, savunma ve lojistik noktalarını yok etti. Su kaynakları açısından zengin Hermon Dağı ve Kuneytra’yı işgal etti. Şimdi gasp ettiği alanları Şam’a doğru ilerleterek Suriye halkını savunmasız hale getirmeye, Siyonist saldırganlığı engellerinden kurtarmaya çalışıyor.
Tel Rıfat ve Menbiç yağmacı SMO güçlerinin eline geçerken Türkiye işgal alanlarını Fırat’ın doğusuna doğru genişletebilmek, Rojava Kürtlerini bölgeden söküp atabilmek için emperyalist ağababalarından yeşil ışık bekliyor.
Fakat, İsrail, Türkiye ve bölge ülkelerinin kar ve güç fetişinin arkasında emek ve sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişki yatmaktadır. Organik krizlerini aşamayan küresel finans-kapital yeni coğrafi yayılma alanları yaratarak bu bunalımı zamansal olarak ötelemenin yollarını aramaktadır. Kapitalizmin uygarlık krizi derinleşirken daha da saldırganlaşan emperyalistlerin hegemonya mücadelesinin yoğunlaşma mekânı olarak Suriye aynı zamanda küresel savaşın bir cephesi olarak ortaya çıkmaktadır. Gitgide kızışan uluslararası rekabet ortamında Suriye’de olanlar, kapitalist emperyalizmin bölge ve dünya halklarına savaşı dayatmasından başka bir şey değil!
Siyonizm ve İşbirlikçilerinin Yeni “Yeni Ortadoğu” Planı
Suriye’de iç savaş bundan 13 yıl önce Arap devrimleri dalgasının Suriye uğrağını oluşturan başkaldırıların mezhepçi eksende askerileştirilmesi ve vekâlet savaşına dönüştürülmesiyle devreye sokuldu.
El-Kaide, IŞİD, El-Nusra gibi selefi/tekfirci cihatçı yapılar eğit-donat projeleriyle palazlandırılarak bölge halklarının başına bela edildi. Esad’ın düşmesi durumunda sıranın kendisine geleceğini çok iyi bilen İran, önemli stratejik kayıplar yaşayacağını fark eden Rusya ve Çin’in dahli; direniş etrafında kenetlenen Suriye halkları ve gelişmeleri bir imkân olarak değerlendirebilen Kürt halkı planları bozdu.
13 yılın ardından bugün yaşananların ipuçları 7 Ekim 2023 sonrasında İsrail’in Filistin’de başlattığı soykırım savaşında, Netanyahu tarafından dillendirilen “Yeni Ortadoğu” söyleminde açığa çıkmıştı.
Bu plana göre işgal altındaki Filistin topraklarının tamamının ilhaka dönüştürülmesi, apartheidın normalleştirilmesi, İran başta olmak üzere Lübnan, Yemen ve bölgedeki direniş odaklarından gelebilecek tehditlerin bertaraf edilmesi hedefleniyordu. (!)
Siyonist rejim bu plan dâhilinde ABD ve Kuzey Atlantik İttifakının sağladığı güvence altında Filistin’de soykırım savaşını devreye soktu. Zorla göç ettirme ve etnik temizlik, direnişin dayandığı kitleleri yerinden sökerken insanî veya vicdani hiçbir sınır tanımayan askeri savaş Hamas’ı büyük çapta güçten düşürdü. Mızrağın ucunun yöneldiği İran’ın Filistin’e kadar uzanan dayanaklarının imhası beraberinde geldi. Ardından Lübnan’a yönelen savaş, farklı dini ve etnik dokunun içinde bir güç oluşturarak denge kurmuş ve direniş kuvveti oluşturmuş Hizbullah’a dönük ağır darbelerle devam etti. Böylelikle Suriye’de rejimi ayakta tutan İran milisleri ve öte yandan Hizbullah desteği ortadan kalkınca askeri güç dengesi olağanüstü bir hızla değişmiş oldu.
En başından beri, el-Kaide, IŞİD, Nusra, SMO ne kadar cihatçı örgüt varsa kollayıp güçlendirerek bir yandan Rojava’daki Kürt varlığına, diğer yandan Suriye rejimine tehdit olarak öne sürmüş olan Türkiye, Astana ve Soçi anlaşmalarıyla Rusya ve İran’a verdiği vaatleri yerine getirmedi. HTŞ, 2016’dan itibaren İdlib’te koruma altında semirip güçlenerek; başta ABD ve İngiltere olmak üzere batılı emperyalistlerin himayesinde silahlanarak, eğitimini artırarak, ittifaklarını geliştirerek günden güne büyüyen bir güç haline geldi.
Yıllardır Baas yönetimi ve Suriye halkları arasındaki anlaşmazlığın aşındırdığı ve çürüttüğü, rızanın ortadan kalktığı, saf zor ile ayakta tutulamayacak bir devletin uzun vadede çürüdüğünü gördük. Bu koşullar altında bir anda harekete geçen cihatçı güçler karşısında darbelenmiş İran sessiz kalmak zorunda kaldı. Rusya, kendi çıkarlarına en az zarar gelecek şekilde sınırlı müdahalenin ötesine geçmedi. İçeride daralan sosyal ve politik dayanakları yabancı ülkelerin askerlerinin desteğiyle ayakta tutmaya çalışan rejim, bu destek ortadan kalktığında hızla çözüldü ve çöktü.
Rojava Savunulmalıdır
HTŞ Halep’in ardından yönünü Şam’a çevirdiği esnada Türkiye de SMO çeteleri eliyle Rojava Kürtlerine karşı savaşa geçti. Dün IŞİD çetelerine “öfkeli çocuklar” nitelemesi yapan Osmanlıcı akıl bir anda hortladı. “Halep’in öz evlatları” dedikleri cihatçı yapılar yandaş paçavraların manşetlerinden selamlandı. Bahçeli’nin “Halep Türk’tür” sözleri, Şam’ın yeni efendileriyle verilen yakın pozlarla AKP-MHP faşizmi yayılmacı hedeflerini ilan etmekten çekinmiyor.
Tel Rıfat ve Menbiç’in yağmacı çetelerin eline geçmesinin ardından Türkiye topçuları ve SİHA’ları Fırat’ın doğusundaki alanlara yönelik saldırılarını artırdı. Kürtlerin hakimiyetindeki bölgelerde provokasyonlar yoğunlaştı. ABD’nin sömürge temsilcileri paylaşım masalarında müzakerelerini yürütürken Türkiye harekât planlarını diri tutuyor. Halep’ten Musul’a uzanacak koridor hayalini dayatmaktan vazgeçmiyor.
Rojava’da hayata geçen paradigma Suriye halkalarına tarihsel kırılmaları aşarak özgürleştirici bir birlikte yaşama vaadi ve bunun için eyleme geçme dürtüsü sunan bir politik alternatiftir. IŞİD karanlığına, mezhepçi boğazlaşmalara karşı büyük bedeller ödenerek hayat bulmuş, halkların öz-gücüne dayanan Özerk Yönetim’in yok edilmek istenmesinin sebebi budur. Din, mezhep, etnisite ayrımı gözetmeden halkların bir arada barış içinde yaşama umudunu tüm Ortadoğu halklarıyla paylaşan demokratik model bu sebeple hedeftedir. Demokratik ve özgür bir yaşamdan yana olan tüm güçler emperyalist paylaşıma, sömürüye ve ilhaka karşı Rojava’yı savunmalıdır.
Tarih Direnenlerindir
13 yıldır yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği, milyonların ülkeden ya da ülke içinde yaşadıkları yerden ayrılmak zorunda kalarak paryalaştığı Suriye’de; halkları, inançları, mezhepleri kendisine düşman ilan eden hiçbir perspektif alternatif bir yaşam sunmayacaktır. Uluslararası güçlerin planları ve vekil güçleri eliyle Suriye’nin tarihsel birikimi ve toplumsal dokusuyla bağdaşmayan dayatmalar yenilmeye mahkûm olacaktır.
Umutsuzluğa kapılanlara son nefesinde dahi savaşmanın önemini tüm dünyaya duyurmuş olan Salvador Allende’nin son sözlerini hatırlatmak isteriz:
“Toplumsal dönüşümler ne suçla ne de güçle bastırılabilir. Tarih bizimdir, tarihi toplumlar yapar.”
Ortadoğu halklarının, işçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin geleceğini belirleyecek olan emperyalist güçler ve bölgedeki işbirlikçileri değil; soykırıma direnen Filistinliler, Siyonist işgale boyun eğmeyen Lübnanlılar, Suriyeli özgürlükçü demokratik güçler, bir arada yaşama umutlarını bilinçten yüreklere taşıyan Kürt halkıdır. Tarih; Siyonizme, emperyalizme, işbirlikçilere, AKP-MHP faşizmine direnenlerindir.
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi
Merkez Yürütme Kurulu