Freni patlamış yokuş aşağı kayan bir kamyon gibi karanlık bir geleceğe ve savaş ortamına doğru sürükleniyoruz.
AKP hükümeti, Osmanlı’yı yeniden var etme hayalleriyle Suriye’nin yıkılmasında pay sahibi oldu. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2012’de ‘‘Çok yakında Şam’a giderek, Emevi Camii’nde namaz kılacağız” demişti. Bu uğurda, Türkiye cihatçıların Suriye’ye geçişte konakladığı, tedavi edildiği, ‘eğitilip donatıldığı’ bir lojistik merkezi ve geçiş güzergahı oldu. Bu cihatçılar Ankara’da, Sultanahmet’te Suruç’ta, İstanbul’da canlı bomba oldu. Bütün bu olanlar kadim komşumuz Suriye halkıyla aramızda onulmaz yaralar açılmış durumda. Bu yaraların kapanmaya başlaması için barışa ihtiyacımız var.
Sur, Cizre, Nusaybin ve Şırnak’ın herkesin gözleri önünde yerle bir edilmesinden sonra, buradaki yaraların kapanması için hiçbir şey yapılmadı. Adeta Kürt halkına topyekûn bir savaş açılmışçasına yıkım devam ediliyor. Binlerce yıllık Diyarbakır Suriçi’nin, bombalardan sonra ayakta kalan kısmı ‘kentsel dönüşüm’ adı altında yıkılıyor. Kürdistan’ın her yerinde geçici sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor. Her gün Kürt siyasetçiler tutuklanıyor. Güney Kürdistan halkının yapacağı bağımsızlık referandumuna bile müdahale edilmeye çalışılıyor. Ülkeyi el ele uçurumun kenarına getiren güçler, şimdi de hep birlikte uçurumun dibine doğru sürüklüyorlar. Çözüm ve müzakere süreci derken savaşın en beterine bizi mahkûm ediyorlar.
AKP hükümeti toplumu kutuplaştırma noktasında tehlikeli bir kumar oynuyor. Türkiye’de laik kesimlerin yaşam tarzına müdahaleler ve bütün yaşamın gerileştirilmesi hamlesi devam ediyor. Okullarda evrim teorisi derslerden çıkarken cihatçılık müfredata giriyor. Liseler imam hatipleşiyor, kadınlara kıyafetlerinden ötürü saldırılıyor. Nikah kıyma yetkisi müftülere ve dolayısıyla imamlara devrediliyor. İç barışımız yok ediliyor.
OHAL ve KHK’larla, kamu emekçileri açlıkla sınanıyor. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, açlık grevine, hayati tehlikelerine rağmen işlerine geri alınmıyor. İhraç edilen kamu emekçilerine sigortalı çalışma izni verilmezken, yurt dışı yasağı da konuluyor. İşçilerin grevleri OHAL sebebiyle erteleniyor. İç savaş tehlikesine karşı uyarılara karşı Erdoğan, ‘Ezer geçeriz’’ diyerek, SADAT adlı kontrgerilla örgütlenmesini büyütüyor. Özel güvenlik adı altındaki örgütlenmenin sayısı ise polis teşkilatını geçmiş durumda.
2017’nin 1 Eylül Dünya Barış Gününe adeta savaşın kıyısında giriyoruz.
- Savaş isteyenler; askeri darbeyle iktidarı ele geçirmek ve nimetlerinden sınırsız faydalanmak istiyor.
- Savaş isteyenler; “darbeyi engelledik” yalanıyla OHAL ilan edip, ülkeyi kanun hükmünde kararnamelerle yöneterek “darbeyi derinleştiriyor” ve faşizme gidişat hızlandırıyor.
- Savaş isteyenler; OHAL’i fırsat bilip ne kadar anti demokratik uygulama varsa onu uygulamaya sokuyor.
- Savaş isteyenler; yıllardır sata sata bitiremedikleri kamu mallarının arta kalanlarını yandaşlarına peşkeş çekiyor.
- Savaş isteyenler; OHAL’le kadınlara, lgbti’lere cinsel şiddet uygulamaya devam ediyor.
- Savaş isteyenler; fırsat bu fırsat deyip çıkartmakta zorlandıkları ne kadar işçi düşmanı yasa varsa onları meclisten geçirmenin derdine düşüyor.
- Savaş isteyenler; Türkiye’yi Ortadoğu’daki savaş oyunlarında işlerine yarar şekilde konumlandırmak istiyor.
- Savaş isteyenler; sokakta “Ya Allah, bismillah” naralarıyla gezerek “idam istiyor”, kutuplaşmayı keskinleştiriyor ve ırkçılığı tavan yaptırıyor.
- Savaş isteyenler tüm emek, demokrasi, barış ve özgürlük güçlerini yok etmek istiyor.
Oysa coğrafyamızın en acil ihtiyacı barış. Farklı inanç ve ulustan insanların özgür, eşit ve adilce bir arada yaşayabileceği demokratik ve sosyal bir düzen. “Ama barış ağaç değil, ot değil ki yeşersin: / Sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir” diyor Bertolt Brecht.
İşte şimdi bu ülkenin “Barış severleri”nin cesurca ortaya atılma zamanıdır. Bu ülke, bu bölge, halklarımız savaş tüccarlarının ellerine bırakılamaz. Evet, biliyoruz zor. Ama bu ülkenin demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet isteyenleri, savaş, ayrımcılık, sömürü, zulüm ve baskı isteyenlerine karşı birleşmeli ve Barış’a sahip çıkmalıdır.
Nasıl ki sömürü düzeni devam etsin isteyenler aralarındaki tüm farklara rağmen yan yana gelip “savaş cephesi” kuruyorlar, “bu düzen değişmeli” diyenler de tüm farklılıklarıyla birlikte “Barış cephesi”ni kurmalılar ve dikilmeliler savaş isteyenlerin karşısına.
Tüm Halklarımızı; Savaşa karşı barış için faşizme gidişata “Dur” demeye,
Savaşa karşı barış için OHAL’e “Hayır” demeye,
Savaşa karşı barış için “Yaşayacağız” demeye,
Savaşa karşı barış için tüm gücümüzle “direniyoruz” demeye,
Barış’ın tuğlalarını türkü söyler gibi örmeye ve Barış’a sahip çıkmaya çağırıyoruz!
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP)