Soru sathi ve yersizdir-II
Sykes-Picot’a karşı çeşitli başarısız “Arap Birliği” denemeleri oldu olmasına. Bunlar bir yana, 1970’lerin ortalarından yakın zamanlara kadar, Suriye ile Lübnan arasında bildiğimiz anlamda bir sınır mı vardı? An itibarıyla da bir Lübnan örgütü olan Hizbullah, Suriye’de savaş cephesinde değil mi? Lübnan’ın bütün iç siyaseti Suriye ile birlikte soluk alıp vermiyor mu?
Soru sathi ve yersizdir-III
PKK, Türkiye’nin üç sınır (Suriye, Irak ve İran) boyunu, uzunca bir dönemdir fiilen kevgire çevirmedi mi? PKK’nin Kandil’deki ana karargâhı ve resmen Irak sınırları içindeki “Medya Savunma Alanları” ne anlama geliyor? “Sınırlar kalkınca ne edelim pasaportu” diyen Ciğerxwin’in rüyası belirli ölçüde gerçek olmuyor mu? Kandil Kürdistan’ın dört bir parçasıyla daimi iletişim halinde olan ve etrafında bir insan trafiğinin
döndüğü bir odak değil mi?
Soru sathi ve yersizdir-IV
Güney Kürdistan Yönetimi, 2003’ten beri adım adım gelişen bir sürecin neticesinde, bugün fiilen “özerklik” tanımına sığmayan, günümüzün küresel dünyasına denk düşen bir “bağımsızlık” –altını çizelim, tırnak içi bağımsızlık- deneyimi içinde değil mi? Güney Kürdistan, Irak merkezi yönetimi ile ilişkilerini gitgide gevşetirken, aradaki bütün dalgalı ve gelgitli ilişkilere rağmen, Türkiye ile artan oranda bir iktisadi ve kültürel bütünleşmeye yönelmemiş midir?
Soru sathi ve yersizdir-V
Bir bütün olarak Müslüman dünya, bu genellik içinde münhasıran Ortadoğu, on yıllardır, pan-Arap ve pan-İslami bir hareketlenmenin sahnesi değil mi? İç savaşların yol açtığı sayıları milyonlara varan yeni mülteci dalgası –bizi çok yakından ilgilendiren dalga- bir yana, cihatçı militanlar, bir zamanlar bizim Filistin hareketi ile dayanışmamızın akış kanallarını kat be kat gölgede bırakan yoğun bir sınır ötesi hareketlilik sergilemiyorlar mı? Türkiye ve yeni rejim, faturaları bir bir kesilecek ve bir yalıtlanmayı artık mümkün kılmayacak şekilde sınırlarını silikleştirip Ortadoğu’nun gayya kuyusuna batmadı mı?
Netice itibarıyla Artık uydulardan çekilmiş resmi sınırlar ne kadar muteber olursa olsun, Sykes-Picot fiilen çökmüştür. Başta ABD olmak üzere dünyanın efendileri resmi sınırlarla oynamak niyetinde değiller. Bu sınırlar içinde tadilatlara ise açıklar. Ama Sykes-Picot, bir dizi gelişmenin toplam sonucu olarak artık çökmüştür ve artık hiçbir meşruiyeti yoktur. Ortadoğu’da görece istikrarlı yeni bir Sykes-Picot dönemi de kapanmıştır. Ortadoğu’da sular yeni sınırlarla durulamaz. Bugün her yönden sorgulanan İngiliz ve Fransız versiyonu ulusçuluklardan sonra, Amerikan patentli, post-modernizmle flört halindeki ve kimlikçi yeni “ulus inşa”larının hiçbir karşılığı yoktur. Afganistan ve Irak bunun bariz örnekleridir. Zira bizatihi ulus devletin krizinden geçmekte olduğumuz küreselleşme koşullarında, yeni türden ulus konsolidasyonları artık namümkündür.
Batı istediği kadar, siyasal İslam ile arasına mesafe koysun ve radikal İslam/ılımlı İslam ayrımını artık yok saymaya yönelsin, sorun ulus ötesi bir perspektifi gerektirdiği için, sistem sınırları içinde çözümsüzdür. Abdullah Gül’ün bir risk olarak zikrettiği Afganistanlılaşma veya onun çevresindeki Pakistanlılaşma yahut Lübnanlılaşma, sistem ötesi bir ufuk açılmazsa kaçınılmaz gözüküyor ve Türkiye de bu girdabın içindedir.
Menteşe hareket Ortadoğu etnik, dini ve mezhepsel eksenler üzerinden derinlemesine yarılırken, bu gidişata karşıt konumda duran ve içinden geçtiğimiz konjonktürde “menteşe” işlevi gören tek bir etkili hareket var: Kürt Özgürlük Hareketi…
Bu harekete yeni fırsatlar doğuyor. Bu hareketi yalnız bırakmak, olup bitenden hiçbir şey anlamamak demektir. Ortadoğu sonsuz gibi gözüken kaosundan tek bir perspektifle çıkılabilir: SYKP programında zikredilen ulusun hiçbir etnik, dini, dilsel gönderme ile tanımlanmadığı bir “demokratik cumhuriyet” perspektifi. Olup bitenler Kürt Özgürlük Hareketini ve sosyalist hareketi bu perspektifi daha gür ve etkili bir biçimde pratikleştirmeye davet ediyor.