Merkez Yürütme Kurulumuz 1 Eylül Dünya Barış Günü’yle ilgili açıklamada bulundu. Barış ve silahsızlanmanın dünya halkları ve emekçiler açısından yaşamsal bir talep olduğunun vurgulandığı açıklamada; savaşa, militarizme, kapitalizme karşı mücadeleyi büyütmenin, Barış Cephesi’ni kurmanın acil görevimiz olduğu hatırlatıldı.
Açıklamanın tamamı şöyle:
Savaşa ve Kapitalizme Karşı Halkların ve Emekçilerin Barış Cephesini Kuralım
Halen dünyanın dört bir yanında, Afrika’dan Latin Amerika’ya, Asya’dan Ortadoğu’ya kadar birçok bölgede savaşlar, çatışmalar ve iç savaşlar sürüyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Yemen’de, Libya’da dış müdahaleli iç savaşlar, Etiyopya-Eritre, Fas-Batı Sahra arasındaki çatışmalar milyonlarca insanın ölümüne, sakatlanmasına, göç etmesine neden oluyor, ülkelerin insani ve maddi kaynaklarını kurutuyor. Karadeniz’in hemen kuzeyindeki Ukrayna’da Rusya’nın saldırısıyla başlayan savaş 6 ayını doldurdu.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgesel yayılmacı ülkelerin ve emperyalistlerin kışkırtmasıyla başlayan Suriye’deki savaş, 11 yıldır sürüyor. Bu savaşta 7 milyon kişi ülkesini terk etti, 7 milyon kişi ise ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı, en az 350 bin kişi yaşamını yitirdi ve daha fazlası sakat kaldı, ülke kaynakları tahrip oldu…
Kapitalizm ve Savaş
Dünya kapitalizminin 2008’de finans alanında başlayıp ekonominin tüm alanlarına yayılan büyük krizi emekçileri, ezilenleri ve yoksul halkları ağır biçimde etkilerken, dünya çapında işsizlik ve yoksulluk artarken, savaşlar ve ekonomik nedenlerle yüz milyonlarca insan hayatta kalabilmek için yaşam alanlarını ve ülkelerini terk ederken, büyük şirketler kârlarına kâr katmaya devam ediyor.
Dünya ekonomisi geçtiğimiz yıl yüzde 4,4 küçüldüğü halde devletlerin askeri harcamaları yüzde 2,6 artarak toplam 2,1 trilyon dolara ulaştı. Silahlanmaya ve savaşlara bu kadar para harcanırken şu anda dünyada 811 milyon kişi açlık çekiyor ve günde 25 bin, yılda 9 milyon insan açlığa bağlı nedenlerle ölüyor.
Sadece bu veriler bile dünya kapitalist sisteminin özel mülkiyet ve kâr odaklı karakteriyle insanlığın yararının nasıl çeliştiğini, barış ve silahsızlanmanın dünya halkları ve emekçiler açısından nasıl yaşamsal bir talep olduğunu ortaya koyuyor.
Milyarlarca insan açlık ve yoksullukla boğuşur, evinden yurdundan olurken; bir avuç sermaye sahibi ve onların devletleri ellerinde tuttukları zenginlik ve iktidarı, insanlığın acılarını ve sıkıntılarını gidermek için değil, sömürüyü arttırmak ve sermayelerini büyütmek için kullanıyor. Oysa savaşa ve silahlanmaya harcanan trilyonlarca doların küçük bir bölümü bile dünyada açlık tehlikesini ortadan kaldırabilir, yoksulluğu önemli ölçüde azaltabilir.
Sadece bu gerçek bile, kapitalizmin tüm insanlığın düşmanı olduğunu, insanlığın kurtuluşu için bu sistemin yıkılması gerektiğini gösteriyor.
Ama kapitalizmin savaşla ilişkisi aynı zamanda yapısaldır. En önemli sermaye birikim alanlarından biri, silah/savaş sanayisidir. Bu sanayiye yatırım yapan şirketler, tüm kapitalist ülkelerde savaşları, çatışmaları, uluslararası gerginlikleri en çok kışkırtan unsurlardır. Savaş ve gerginlik çıkmalı ki, yaptıkları silahlar daha fazla satılsın, yeni siparişler alınsın, yeni üretilen silahlar insan kitleleri üzerinde denensin ve yeni satışlar için pazarlama olanakları artsın!
Kapitalizmin savaşlardan sağladığı bir başka önemli “yarar”, savaşların yarattığı yıkımın, eskimiş, kâr sağlama marjı düşmüş ama yine de üretimde yer almaya devam eden üretim araçlarının (makineler, ulaşım araçları vb.) yok edilmesi ve yeni üretim araçlarının devreye sokularak kârlılık oranlarının yükseltilmesidir.
Bu nedenlerle kapitalizm savaşlara muhtaçtır. Bundan dolayıdır ki, barış ve silahsızlanma mücadelesi, kapitalizme karşı mücadelenin çok önemli bir yönüdür.
Hegemonya Mücadelesi Şiddetleniyor
1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte dünya çapında rakipsiz kalarak tek hegemonik güce dönüşen ABD artık yavaş yavaş bu konumunu yitiriyor. Askeri, ekonomik ve politik gücüyle konumunu korumaya çalışan ABD yine de sürekli kan kaybetmeye devam ediyor.
Başta Çin olmak üzere Rusya, Hindistan gibi ülkeler ABD’nin liderliğini reddederek artık çok kutuplu bir dünyaya geçildiğini veya geçilmekte olduğunu ileri sürüyor. Bu küresel güçler arasındaki gerilimler, dünyanın dört bir yanındaki savaşlar ve silahlı çatışmalara yansıyor. Bu çatışmaların birçoğu “vekalet savaşı” biçimini alıyor.
ABD’nin liderliğindeki Batı emperyalizminin savaş örgütü NATO, II. Paylaşım Savaşı’nın ardından “komünist yayılmayı durdurmak” amacıyla kurulmuştu. Ancak başta Sovyetler Birliği olmak üzere reel sosyalist sistem yıkıldığı halde NATO kendisini dağıtmadığı gibi, “görev alanı”nı Avrupa sınırlarının ötesine, tüm dünyaya doğru genişletti. En son yapılan Madrid zirvesinde kabul edilen 10 yıllık strateji belgesinde Çin “tehdit unsuru” olarak, Rusya ise “en önemli ve doğrudan tehdit” olarak tanımlandı. Ancak belgedeki ifadeler stratejik hedefin Çin olduğunu ortaya koyuyor.
Batı merkezli emperyalist-kapitalist sistem 200 yıldır tüm dünyanın kanını emdi ve dünya halklarına sömürü, sömürgecilik, açlık ve sefaletten başka bir şey vermedi. Ancak dünya kapitalizmine sonradan entegre olan Çin ve Rusya da, şimdilik ittifak halinde, hızla silahlanıyor, ekonomik ve siyasal etki alanını genişletiyor, küresel egemenlik yarışında giderek güçleniyor ve ABD’nin hegemonik konumunu tehdit ediyor.
Diğer yandan bu hegemonya mücadeleleri Türkiye, İran, Brezilya gibi bölgesel güçler için küresel güçler arasındaki çekişmelerden yararlanma, manevra alanını genişletme, kendi bölgelerinde yayılmacı ve saldırgan politikalara yönelme olanağı sağlıyor.
Yayılmacı Dış Politika Sermaye Sınıfının Ortak Yönelimi
AKP’nin güttüğü “Yeni Osmanlıcılık” politikası, işte bu zemine oturuyor. Ancak bu dış politika yöneliminin yalnızca Tayyip Erdoğan ve AKP elitlerinin “fantazisi” olmadığı, Türkiye tekelci burjuvazisinin ekonomik, politik ve askeri yayılmacılık eğiliminin bir tezahürü olduğu unutulmamalıdır. Rojava ve Başur Kürt bölgelerine sürekli saldırılar, işgaller, kurulan üsler; Suriye savaşına doğrudan müdahil olma; Libya’daki savaşta askeri güçlerle yer alma, Katar ve Somali’de askeri üsler kurma vb, Türkiye sermayesinin bu yöneliminin de bir sonucudur.
Bununla birlikte bu militarist ve saldırgan dış politikadan en çok savaş sanayicileri, inşaat sektörü ve ihracatçılar yararlanırken, bunların çoğunu AKP beslemesi sermaye grupları oluşturuyor. Türkiye sermaye sınıfı bölge halklarının kanı ve gözyaşıyla beslenerek palazlanıyor.
Baş Düşman: Kürtler
Türkiye egemen sınıfının ve devletinin iç ve dış politikalarına yön veren amaçlar arasında Kürt halkının özgürlük mücadelesini yok etmek, daima en başta gelir. Kürtlerin varlığını ret ve imha politikası en acımasız biçimde uygulanmış ancak halkın mücadelesi bu saldırıyı boşa çıkarmıştır. Şimdiki hedef ise halkın örgütlü iradesini ve siyasi yapılanmalarını yok etmektir. Bu, Türkiye sınırları içinde de, Rojava ve Başur’da da temel yönelimdir.
Bu yönelim, Türkiye devletini sürekli bir “savaş hali” içinde tutmakta, toplumu şovenizm ve militarizmle zehirlemekte, ülke kaynaklarını olmayacak hayaller uğruna heba ederek halkın refah düzeyinin düşmesine, yoksullaşmasına, işsizliğe yol açmaktadır.
Kürt halkı barış için, halkların eşitlik ve kardeşliği için, demokrasi için elini uzatırken; siyasi iktidar onların üzerine kurşun yağdırmakta, hapse atmakta, topraklarını işgal etmekte, siyasal yapılanmalarını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Rojava ve Başur bölgeleri sürekli askeri harekatlar, işgaller ve yeni üs noktaları yaratma çabasının hedefi durumundadır.
Barış Mücadelesini Yükseltelim
Barış mücadelesi, savaştan beslenen ve savaşın kaynağı olan kapitalizme karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasını oluşturuyor. Bu nedenle her alanda, içeride ve dışarıda barış talebini yükseltmeliyiz.
Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı devletin yürüttüğü kesintisiz, kuralsız/hukuksuz savaş; en çok Kürtleri vursa da, savaşın maddi ve manevi maliyeti tüm Türkiye ve bölge halklarının omuzlarına da yükleniyor. Bu kirli savaşa karşı mücadele etmek, sadece Kürt halkının sonuna kadar hak ettiği dayanışmayı yükseltmek için değil aynı zamanda ekmeğimize, işimize, hak ve özgürlüklerimize sahip çıkmak için de zorunludur.
Barış; tüm emekçilerin, tüm halkların, kadınların, gençlerin, LGBTİ+’ların, tüm ezilenlerin ortak talebidir.
Savaşa, militarizme, kapitalizme karşı halkların, emekçilerin, gençlerin, kadınların, LGBTİ+’ların, tüm ezilenlerin katılacağı geniş bir Barış Cephesinin yaratılması demokrat, yurtsever, devrimci, sosyalist tüm güçlerin acil ve yaşamsal görevidir.
SOSYALİST YENİDEN KURULUŞ PARTİSİ
MERKEZ YÜRÜTME KURULU