SAVAŞA KARŞI BARIŞ, BARIŞ İÇİN DEMOKRASİ!

Yeni bir müzakere sürecinin başladığına tanıklık ediyoruz. Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a yönelik çağrısı ve Meclis’teki kimi temaslarla başlayan, ardından uzun süredir kapalı olan İmralı Kapısı’nın kısmen aralanmasıyla devam eden süreç, henüz bir barış ve çözüm süreci olarak tanımlanacak kapsamda olmasa da barışa dair bir kapının aralanabileceğini göstermesi açısından önemlidir. Toplumsal muhalefetin, emekçilerin ve Kürt halkının özgürlük taleplerinin, bu süreçte daha güçlü biçimde ifade edilmesi kritik bir yerde durmaktadır.

Ortadoğu’da Hegemonya Kavgası ve Türkiye’nin Konumu


Ortadoğu, emperyalist güçler arasındaki hegemonya savaşının en çetin biçimde devam ettiği coğrafyaların başında geliyor. Esad rejiminin devrilmesi ve sonrasında Suriye’de gelinen nokta, ABD-İngiltere merkezli güçler etkisini artırırken, İran ve Rusya’nın ağırlığının görece zayıfladığı bir dengeyi beraberinde getirdi. HTŞ’nin (Heyet Tahrir el-Şam) Suriye’de kalıcı bir istikrar oluşturamayacağı yönündeki öngörüler giderek güçleniyor. Buna karşın Rojava’da elde edilen kazanımlar, ABD dahil olmak üzere uluslararası aktörler açısından kritik pazarlık noktalarından biri haline geldi.


Trump dönemiyle birlikte, ABD’nin Ortadoğu’daki siyasal hamleleri tekrar şekillenmiş, Rojava’nın askeri ve siyasal gücü, bölge denkleminde kendisini koruyan ana unsurlardan biri haline gelmiştir. Türkiye ise bir yandan Rojava’daki Kürt kazanımlarını bertaraf etme amacını güderken diğer yandan iç siyasetini buna göre kurgulamaya çalışmaktadır. İktidar, “teröre son verme” iddiası ve “muhalefeti bölme” stratejisiyle kendi iktidarını pekiştirmeyi ve dışarıda yaşadığı sıkışmayı aşmayı hedeflemektedir.

Savaş mı, Çözüm mü?

Savaşın devam etmesinin başta Kürt halkı olmak üzere tüm emekçiler ve ezilenler için can kaybı, hak kaybı ve ekonomik yıkım anlamına geldiği açıktır. “Terörle mücadele” adı altında demokratik haklar gasbedilmekte, anayasa ve kanunlar fiilen yok sayılmaktadır. Ekonomik kriz derinleşirken ülke kaynaklarının önemli bir kısmı savaş ekonomisine akmaktadır.


Öte yandan 2012-2015 yılları arasındaki çatışmasızlık döneminde ortaya çıkan nispi rahatlamanın, toplumsal ve demokratik muhalefete nefes aldırdığını biliyoruz. Bu deneyim gösteriyor ki barış ve çözüme dönük her kapı aralığı, toplumsal dinamiklerin güçlenmesini sağlayabilir. Ancak rejim, kendisini dayatma ve “muhafazakâr makas” içinde toplumu dizayn etme amacından vazgeçmiş değildir; seçilmiş belediyelere kayyum atamaları, gözaltılar, tutuklamalar ve sivil alana yönelik baskılar sürmekte faşizm kurumsallaşmaya devam etmektedir.

Faşizmin Kurumsallaşması Tehdidi Güçleniyor

Türkiye, uzun süredir “faşizmin kurumsallaşması” olarak tanımladığımız bir süreçten geçiyor. Devletin tüm aygıtlarının tek elde toplandığı, kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kalktığı, kayyum siyasetiyle yerel yönetimlerin gasp edildiği ve en ufak bir toplumsal itirazın polisyargı sopasıyla bastırıldığı bir tabloyla karşı karşıyayız.

Kadınların, LGBTİ+’ların, işçilerin ve muhalif bütün kesimlerin anayasal hakları yok sayılmakta, sendikal eylemler ağır baskılarla engellenmekte, basın ise büyük ölçüde susturulmaktadır.


Bu durum özellikle Ortadoğu politikasında ve özelinde Kürt sorununa yaklaşımda yaşanan her yeni hamlenin, içeride baskı ve manipülasyonla desteklenmesi anlamına geliyor. İktidar, “barış süreci” veya “çözüm” adı altında Kürt halkının barış beklentisini istismar ederek yeniden seçim kazanmanın yollarını ararken, öte yandan kaybetmeye başladığı toplumsal meşruiyetini de kuvvetlendirmek için her fırsatı değerlendirmektedir. Buna izin vermemek muhalefetin ortak mücadelesini yükseltmek gerekir.

Ekonomik Kriz, İşçi Direnişleri ve Muhalefet

Ülkenin dört bir yanında yaşanan irili ufaklı işçi direnişleri, artan enflasyon ve geçim sıkıntısı, savaş politikalarının ülkeye ödettiği ağır bedeli gözler önüne sermektedir. Sendikaların güçsüzleştirilmesi ve toplumsal muhalefete yönelik baskılar bu direnişlerin yaygınlaşmasını frenlese de işçi sınıfının mücadelesi varlığını korumaktadır. Savaşa harcanan milyarlarca lira, halkın temel ihtiyaçlarından ve sosyal politikalarından çalınan kaynaklardır. Bu gerçeklik, barış talebini doğrudan emek mücadelesiyle ilişkilendirmenin ne kadar önemli olduğunu gösterir.


Ayrıca kadın ve LGBTİ+ hareketlerine yönelik artan baskılar, “makbul aile” ve “aile yılı” tanımıyla toplumsal cinsiyet rollerini katı biçimde dayatan politikalar, faşizmin kurumsallaşmasının yalnızca Kürt meselesine değil, tüm ezilen kesimlere karşı inşa edildiğinin bir başka kanıtıdır. Dolayısıyla barış mücadelesi ile kadın ve LGBTİ+ ve diğer demokrasi mücadelesinin birbirinden ayrı ele alınması mümkün değildir.

Yeni Müzakere Girişimleri ve Muhalefetin Konumu


Uzun süre mutlak tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan’la yapılan görüşme ve akabinde paylaşılan 7 maddelik açıklama, “her şeye rağmen” barış beklentisi olan toplumsal kesimlerde sınırlı da olsa bir heyecan yaratmıştır. Dem Parti heyetinin hem parlamentodaki tüm partileri ziyaret etmesi hem de Irak Kürdistanı’na yaptığı temaslar, Kürt ulusal birliğinin sürece dahil olma iradesini güçlendirmeyi hedeflemektedir. Ancak sürece dair şeffaf, somut ve kalıcı adımların olmaması, barış umutlarını belirsizliğe sürüklemektedir.


Muhalefet partilerinin ve özellikle CHP’nin tutumu bu süreçte büyük önem taşımaktadır. Sadece Kürt sorunu etrafında değil, ekonomik krizin vurduğu geniş kesimlerin ortak taleplerini de içerecek bir demokratik mücadele hattı kurulamazsa, iktidar barış söylemini manipüle ederek kendi iktidarını daha da pekiştirmeye çalışacaktır. Burada temel mesele, olası bir çatışmasızlık ortamının barış ve demokrasi güçleri tarafından aktif şekilde sahiplenilmesi ve böylece “iç cephenin tahkim edilmesi” adı altında yürütülen iktidar hamlelerinin boşa çıkarılmasıdır.


Barış Talebi Rejimin İnsafına Bırakılamaz


Barış ve demokratik çözüm, devletin ve iktidarın “lütfu” değil, emekçilerin, ezilenlerin ve Kürt halkının uzun süredir devam eden mücadelesinin bir kazanımı olarak ortaya çıkacaktır. Şayet bu süreç, rejimin politik manevralarına bırakılırsa, ortaya çıkacak “çözüm” adı altındaki hamlelerin savaş politikalarına makyaj olmasından öteye gitmeyeceği açıktır. Bu nedenle barış, ekonomik adalet, siyasal özgürlük ve faşizmin kurumsallaşmasına karşı çıkma hedeflerinin tümü, aynı demokratik cephe içinde ele alınmalıdır.


Gündemde sıkça dile getirilen yeni anayasa ya da erken seçim talepleri daha doğrusu demokrasi mücadelesinin tüm gereksinimleri, faşizmin kurumsallaşma sürecine engel olabilecek kapsayıcı bir demokrasi cephesiyle birlikte savunulmalıdır. Aksi halde, kapalı kapılar ardında sürdürülen pazarlıkların, “barış”tan ziyade iktidarın bekasına hizmet etmesi ve faşizmin mutlaklaşması kaçınılmaz olacaktır. Dönemin öne çıkan mücadele karakteri demokrasinin ihtiyacı olan tüm talepleri iktidara yöneltmeyi gerekli kılmaktadır.


Nasıl Bir Yol İzlenmeli?

1. Çatışmasızlık İhtimalini Sahiplenmek

Çatışmasızlık zemininde, hak gasplarına ve kayyum siyasetine karşı güçlü bir itiraz yükseltmek; emek, kadın, gençlik ve ekoloji hareketlerini barış talebi etrafında birleştirmek hayati önem taşır.

2. Şeffaf, Katılımcı ve Kalıcı Bir Çözüm

Devletin kapalı kapılar ardında yürüttüğü görüşmeler yerine, barış sürecinin toplumsallaşmasını ve sivil toplumun, muhalefet partilerinin, sendikaların, meslek odalarının dâhil edilmesini sağlamak zorunludur.

3. Faşizme Karşı En Geniş Demokrasi Cephesi

Başta işçiler, kadınlar, gençler, LGBTİ+’lar ve Kürt halkı olmak üzere, tüm ezilenlerin ihtiyaç ve taleplerini içeren bir demokrasi cephesinin inşası, faşizmin kurumsallaşmasına set çekebilecek tek gerçek alternatif olarak görülmelidir.

4. Toplumsal Meşruiyet ve Adalet

Her geçen gün meşruiyetini kaybeden iktidarın üretebileceği her türlü yapıcı ihtimale karşı güvensiz bir şüphe ile bakılması ve olası kazanımların iktidara rağmen alınacağı unutulmamalı. Barışın ve demokrasinin kalıcılaşması, ekonomik krizin faturasını ödeyen emekçi kesimlerin talep ve iradesiyle doğrudan ilişkilidir. Savaş ekonomisi yerine sosyal ve kamusal yatırımlara, işçilerin güvencesine, kadının özgürlüğüne, doğanın korunmasına öncelik verilmelidir.

SYKP’nin de içerisinde yer aldığı “Böyle Gitmez” kampanyası bu dönemde ortak faaliyetin geliştirilmesi bakımından hem şeklen hemde emekçi kesimlerin taleplerini içermesi ve politize bir itirazın konusu olması bakımından da içerik olarak örnek bir faaliyete dönüşebilir. Tüm muhalefet kesimlerinin katılabileceği böylesi ortak bir faaliyetlerin çoğaltılması büyütülmesi ve sahiplenilmesi önemli olacaktır.

5. Kürt Halkının Onurlu Barışı ve Ortadoğu Halklarının Kaderi

Kürt sorunu, Türkiye ve Ortadoğu denkleminde hâlâ en belirleyici konulardan biridir. Kürt halkının ulusal talepleri ve tüm ezilen halkların özgürlük mücadelesi, emperyalist güçlerin bölgeyi yeniden dizayn etme girişimlerine karşı ortak bir mücadele ekseninde birleşmelidir.

Sonuç olarak, barış ve demokratik çözüm ancak ezilen sınıfların, Kürt halkının, kadınların, gençlerin, LGBTİ+’ların ve tüm muhalif kesimlerin birlikte yükselteceği sesle mümkün olabilir. Bugün iktidarın “çözüm” adı altında yürüttüğü hamleler ancak faşizmin kurumsallaşmasına karşı oluşturulacak geniş bir demokrasi cephesiyle test edilebilir. Savaşsız, sömürüsüz ve eşitlikçi bir gelecek için barış talebimizi rejimin insafına bırakmadan, bu mücadeleyi büyütmek ise tarihsel bir zorunluluktur.

16 ŞUBAT 2025

PARTİ MECLİSİ SONUÇ BİLDİRGESİ