Hegemonyası 2008’de tersinen, tersinme sürecinin her evresinde uygun “savunma stratejileri” oluşturan ABD nihayetinde hegemonyayı sıfırladı. Post- hegemonyaya (hegemonya sonrası çağa) girdi.
Bu gelişim emperyalist cenahta hegemonya boşluğunun nasıl aşılacağı tartışmasını başlattı. Zbigniew Brzezinski bu gelişimi The New York Times’ta 13 Şubat 2013’te yayımlanan makalesinde şöyle değerlendirdi:
“Dünya tek bir ülkenin (ABD -yn) siyasi egemenliği altına giremeyecek kadar büyümüş, karmaşıklaşmıştır” ve devamla post-hegemonyadan çıkışın da ABD- Çin’in oluşturacağı ekonomik-siyasi bir blokla gerçekleştirilebileceğini belirtti.[1]
ABD Başkanı Barack Obama ise Brzezinski’nin değerlendirmesinden hareketle Çin’in yerine AB’yi seçenek haline getirdi: “AB ve ABD arasında Atlas Okyanusu üzerinde ‘yeni bir serbest Pazar’ oluşturulacak”, AB’ye içkin ulus-devletler, ABD ve AB Çok Uluslu Şirketlerine (ÇUŞ) tamamlayan edilecektir. Böylece “Çin, Rusya, dünyanın diğer ülkeleri ‘yeni serbest pazarın’ ekonomik ticari çekim alanına girerek süreçte yeni bir küresel boyut oluşacaktır.”(!)[2]
Brzezinski’nin post-hegemonyaya ilişkin değerlendirmesini, ayrıca Obama’nın ve Brzezinski’nin post-hegemonyayı bertaraf etme öngörülerinin çözüm olup olmayacağı irdelemesini yazının sonuna bırakarak, hegemonya devrelerini tarihsel gelişim süreci üzerinden kısaca ele alıp ABD hegemonya devresiyle karşılaştıralım.
Cenova Şehir Devleti hegemonyası 11. yy’da, kapitalizmin ilk hegemonya devresi olarak tecelli eder. Cenova hegemonya devresinde ticari kapitalist sistemin “tamamlayanı” meta üretimi gerçekleştiren kolonilerdir; minimal boyutta serbest pazara sahiptir. Bu haliyle tarihin gerisinden sanayi kapitalizmine im olmuştur.
Hollanda hegemonya devresinde ise serbest rekabetçi kapitalist sistemin “tamamlayan”ı sömürgelerdir.
İngiltere, Hollanda’yla aynı kapitalist sisteme sahip olmasına karşın çok geniş bir sömürge ağına ve serbest pazara sahiptir; “Güneş Batmayan İmparatorluk”.
Hegemonyasız “Ara Dönem”de (I. ve II. Dünya savaşları arasında) sermayenin merkezileşmesi, devasa boyutlarda tekellerin (sendikalar, tröstler ve benzeri) oluşumuna yol verir. Pazar; sermaye ve meta ihracının gerçekleştirildiği coğrafik alanların paylaşımı tarzını almıştır. Emperyalist tekeller henüz ülkesel tekellerdir. Hegemonik gücün yokluğu nedeniyle pazar paylaşımı çıkmaza girer. “Siyaset silahlarla devam ettirilir.”
Bu dönemde ülkesel emperyalist tekellerin “tamamlayanı” ulus-devletlerdir. Ulus-devletten öte başka bir tamamlayan da yoktur. Dolayısıyla sermayenin genişleyip merkezileşme muhariki de kalmamıştır. Ara dönemde Batı kapitalist sistemi tarihin sonuna gelmiştir. Oysa sermayenin çok sayıda ulus devletle sistem oluşturup çok uluslu sistem konumuna ulaşması (küreselleşme) olanağı vardır.
Bu olanağı kullanmaya yönelen Batı, el yordamı ile (bilimsel-teknik devriminin sunduğu olanaklarla) sermayesini küresel boyuta taşır. Dolayısıyla tarihsel sonunu da küresel boyuta aktarmış olur. (Tarihsel olarak kapitalizmin iki tamamlayanı vardır; sömürgeler ve ulus-devletler.)
ABD Hegemonya Devresi
Bu devrede kapitalist sistem, ÇUŞ’lar ve çok sayıda tamamlayan ulusal devletten mürekkeptir. Küre serbest pazara dönüşmüş, emperyalist devletler; aralarında süren rekabete karşın başatın (ABD) belirleyiciliği altında kâr oranlarını eşitleyip G7 olarak müşterekleşmişlerdir. Hegemonya sürecini kısaca değerlendirirsek, her hegemonya devresinde, siyasi, askeri ve serbest pazar çapının büyüdüğünü ve sonul olarak ABD hegemonya devresinde sermayenin ve serbest pazarın küresel boyuta ulaştığı gözlenir. ABD hegemonya devresinin ayırt edici, öne çıkan özelliği (hegemonyasız ara dönemde görünen) kapitalizmin sonunu tamama erdirmesidir.
Kapitalizmin Tarihsel Sonu
Cenova hegemonya devresiyle başlayan hegemonya süreci ABD’nin “post hegemonyaya” geçişiyle son bulur. Şu üç neden Batı kapitalizminin tarihsel sonuna işaret etmektedir:
Cenova hegemonyasıyla başlayan minimal boyuttaki pazar, ABD hegemonya devresiyle küresel boyuta ulaşır. Sermayenin merkezileşeceği yeni Pazar olanağı yoktur.
Kapitalizmin “sistem” oluşturması için ulus-devletten öte ‘yeni bir tamamlayanı’ yoktur.
Dolayısıyla, yeni bir hegemonya devresi olanağı kalmamıştır.
Kapitalizmin tarihsel sonu nedeniyle ÇUŞ’lar, oluşturdukları son sistemin “tamamlayanını” (ulus-devleti) absorbe etmeye yönelir.
Ulus-Devleti Absorbe Etmek(!)
ÇUŞ, engellenemez bir dürtü ile “ulus-devleti” absorbe etmek, ekonomisinin yönetimini ele geçirmek ister… Bu dürtünün altında yatan gerçek, kapitalizmin tarihsel sonuna gelinmiş olmasıdır. Yeni bir hegemonya devresinin oluşturula- mayacağı, yeni bir dünya pazarının gerçekleştirilemeyeceği gerçeğinden hareket eden CUŞ, sömürüye tabii tuttuğu “ulus-devlet” ekonomisinin yönetimini ele geçirme gayretindedir. Aksi halde ulus-devletin (sermayenin engellenemez merkezileşmesi süreciyle) emperyalist devlet konumuna ulaşıp “tamamlayan” olmaktan çıkabileceği, böylece son kapitalist sistemin de sonlanacağı kaygısını taşımaktadır. Ulus-devleti konsensüs ile absorbe edemeyen CUŞ, ABD’yi dünya imparatorluğuna ivmeler. Henüz küresel boyutta yürümeden (“ara dönem”- ülkesel emperyalist tekeller dönemi) tarihsel sonunu gören ABD, dünya imparatorluğu yürüyüşünü “ küreselleşme” ile birlikte başlatır.
“Dünya İmparatorluğu”
CUŞ’un “dünya imparatorluğundan” muradı; ulus-devleti “zor” üzerinden kontrol altına almak, ekonomisinin yönetimini ve denetimini ele geçirmek ve en önemlisi de işçi sınıfının siyasi kalkışımlarını ulusal boyutta engellemek… Günümüz proleter devrimlerinin küresel karakteri nedeniyle ülkeler arası olası emekçi dayanışmaları bağlamındaki eylemleri (enternasyonal gelişimi) önlemek, ulus-devlet sömürüsünü zor kullanarak ebedileştirmek vb.
Dünya imparatorluğu için jeo-stratejisi en uygun alan, Orta Avrupa’dan Be- ring boğazına kadar uzanan kara parçasıdır (Avrasya). Rusya’yı derkenar edip Avrasya’yı ele geçirmek için jeo-politiği en uygun ülke ise Afganistan’dır. Tarihte dünya imparatorluğuna heveslenen krallar, imparatorlar (Hitler hariç) bu jeo- stratejiyi ve jeo-politiği tercih etmiştir.
Tercihini Avrasya’dan yana kullanan George Bush, Büyük Ortadoğu Projesi’ni de Avrasya planına dahil ederek 2001’de “ikiz kuleler manipülasyonu”yla emperyalist müttefikleriyle birlikte Afganistan’ın işgalini başlatır. (Ardından şer ekseni Irak’a girer.) Hedef: Rusya’yı Batı Avrupa devletleriyle Orta Avrupa’dan kuşatmak. Oysa Batının Rusya’ya enerji bağımlılığı vardır; batıdan kuşatma gerçekleşmez. Çin’i tarafsızlaştırıp Türki devletleri ve Pakistan’ı Afganistan ekseninde derleyip Rusya’yı doğudan kuşatmak hedefi, Rusya’nın Türki devletler üzerindeki etkinliğini kıramaz. Taliban’la savaşmaktan öte bir gelişim gerçekleşmez. Bilakis, Rusya-Çin eksenli, Türki devletlerle oluşturulan “Şanghay beşlisi”, ABD’ye yönelik “Asya’yı Terk Et” baskısını başlatır.
1970’lerin yapısal krizi, 2008’de oluşan mali krizle birleşerek aşılması olanaksız komplike (kapitalizmin bütün çelişkilerini ivmeleyen) bir krize dönüşür. Putin bu siyasi atmosferden istifade ederek Bush’a, müttefiki Saakaşvili‘yi Tiflis’e kadar kovalayarak savaş ilan eder. Bush savaş ilanına rest çekemez, “pas” geçer. Dünyanın “tek kutup” sihri bozulmuştur; İmparatorluk yürüyüşünde tersinme başlar.
Hegemonyada Tersinme
Tersinme sürecinde Obama, Afganistan’da yıllarca savaştığı Taliban’la anlaşma masasına oturarak ABD’nin Asya’dan çıkışını imzalamış olur. Putin, ABD’ye ikinci salvosunu Ortadoğu’da yapar. Beşar Esad’a Türkiye’nin F4’ünü uluslararası sularda vurdurarak ABD’ye müttefiki (Türkiye) üzerinden savaş ilan eder. ABD , “uçak Suriye karasularında vuruldu diyerek” rest çekemez, “pas” geçer ve 30 Haziran 2012’de yapılan I. Cenevre toplantısında Suriye’yi, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’a teslim eder. ABD son savunma stratejisini de -uzaktan vuruşlarla ülke iktidarlarını yeniden şekillendirme-gündeminden kaldırır. Post- hegemonyanın gölgesi bölgeye düşmüştür.
Savaş Üretebilecek Gerilim Alanları
Kremlin, I. Cenevre toplantısının ardı sıra, Putin’in “dış politika önceliğinin Ortadoğu olduğunu” ilan eder. Bu ilan Rusya’nın, Ortadoğu’da olası paylaşımların tarafı olacağının ilanıdır. Yine Kremlin, SSCB’nin ilişkilendiği ülkelerin Rusya’nın ikinci sınırı olduğunu açıklar. Böylece, Ortadoğu’ya ilaveten Kafkas önü ve Orta Avrupa ülkelerinin Rusya’nın hegemonyası altına alınacağını dünyaya ilan etmiş olur. Akılda tutulmalıdır ki İran ve İsrail arasında füze savaşı olasılığı da vardır. Kafkas önü, Orta Avrupa ve Ortadoğu çelişkilerin (en çok) yoğunlaştığı alanlardır.
İkinci derece gerilim alanı ise Rusya ve Çin’in (örtülü) destek verdiği Kuzey Kore’dir. Karşıt cenah ise ABD, Japonya ve Güney Kore’den oluşmaktadır. Ayrıca Afrika; Afrika’nın tüm ülkelerine yayılmış Çin ile Batı devletleri arasındaki çelişkilerden ötürü savaş olasılığı düşük üçüncü derece gerilim alanıdır. Post- hegemonyanın baskısı altında olan Batı’nın muarızı Rusya ve Çin’le küresel boyutta savaşa girmesi olası değildir. 21. yy paylaşım savaşları lokal ( mevzii) savaşlar olarak cereyan etmektedir. Öngördüğümüz gerilim alanları üzerinden küresel boyutu yıkıma uğratan (Gürcistan’ın Batı’dan kopması gibi) savaşlar gündemleşecektir.
Sonuç: Brzezinski’nin Yorumu Üzerine
Brzezinski post-hegemonyayı yorumlarken “Dünya tek bir ülkenin (ABD’nin -yn) siyasi egemenliği altına giremeyecek kadar büyümüş, karmaşıklaşmıştır” diyerek hegemonyasız “çağa” girmenin nedenini kapitalizmin ulaştığı boyuta bağlamaktadır. Oysa yaptığımız değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere, sorun boyut sorunu değildir; ulus-devlete boyun eğdirememe sorunudur.
ABD, G7 ile birlikte “ulusal devlet”e boyun eğdirmek üzere imparatorluk yürüyüşünü başlatmıştır. Küre çapında mali değerler üzerinden kazanç elde eden Brzezinski’den “sıfır” hegemonyanın, kapitalizmin tarihsel sonundan kaynaklandığını söylemesi beklenemezdi.
Gerek Brzezinski gerekse Obama’nın “sanal” önerileri hayat bulsa dahi “ulus- devlete” boyun eğdirme olasılığı yoktur. Bu nedenle de Batı’nın ABD’nin belirleyiciliğinde yeni bir imparatorluk macerasına yönelmesi beklenemez. Kaldı ki post-hegemonyanın çözümüne baraj olan “komplike kriz”, ABD’yi imparatorluğa değil uzun bir süreçte gerçekleşecek “sıradan ülke” konumuna ivmelemek- tedir.
[1] The New York Times’tan aktaran; Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet Gazetesi Şubat 2013
[2] A.g.e