Hatimoğulları: “Halkımızın en bilinçli ve stratejik düşünen kesimleri HDP’siz hiçbir hedefin gerçekleşmeyeceği kavrayışıyla davranışa geçtiler. Tabiri caizse “Gezi” tedbili kıyafet aramızda dolaşmaya devam ediyor. Önümüzdeki süreçte bunun hakkını verecek bir yaratıcılık ve cevvallik sergilememiz gerekiyor.”

 

Röportaj: SiyasiHaber

Sizinle SiyasiHaber olarak daha önce 24 Haziran seçimlerine ilişkin bir söyleşi yapmıştık. Şimdi seçimlerin son düzlüğüne girilirken gidişat, olasılıklar ve 24 Haziran sonrası gibi konular üzerine tekrar konuşalım istedik. İlk sorumuz şu olacak: Sarayın ve AKP’nin 16 yıllık iktidarına son verecek bir “dip dalgası” ve akıntısından, bir tür yeni 7 Haziran ve hatta ötesinden daha sık söz edilir oldu. Siz bu beklentiyi paylaşıyor musunuz; seçim faaliyetleriniz ve saha gözlemleriniz buna delalet ediyor mu?

24 Haziran seçimlerinin sürprizlere açık bir tarafının da olduğunu kabul etmekle birlikte, ben bu “dip dalgası” vurgu ve beklentilerini birazcık spekülatif ve muammalı görüyor, ölçülemezliği böyle adlandırmayı yanlış buluyorum. Faaliyetlerim ve saha gözlemlerim bende, çok büyük, çarpıcı ve adeta tektonik kaymalar olacağına, çok sarsıcı eğilim değişikliklerinin yaşanacağına dair bir izlenim ve kanaat uyandırmıyor.  Zaten dip dalgası diyenler, açık, ölçülebilir ve görünür olmayan, yer yer temennilerin karıştığı, daha derin bir kaynaşma, mayalanma ve saf değiştirmeleri ima ediyorlar. Halkın ve seçmenlerin bir bölümündeki renk vermezliği, bu seçimlerin kamuoyu araştırma kuruluşlarının da teslim ettiği nispeten yüksek belirsizlik katsayısını böyle yorumluyorlar. Oysa, bu tarz temenni yüklü yaklaşımlardansa, ölçülebilir ve denetlenebilir olandan hareket etmek, eldeki sağlaması yapılabilir veri, bulgu ve ipuçlarını mantıksal bir süzgeç ve tartıdan geçirerek öngörüde bulunmak bana daha doğru geliyor. Yani biz halk tabirinde dendiği gibi eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım da olası bir dip dalgası da cabası olsun.

Bu çerçevede, ihtiyatı elden bırakmadan şunu söyleyebilirim: Arkamızda bir 16 Nisan referandumu var ve bunun resmi ve hileli sonuçların hilafına aşağı yukarı % 51 hayır % 49 evet biçiminde tecelli ettiğini biliyoruz. Bu dengenin statik kalması yahut iktidar veya o zaman fiili olan şimdi resmileşen “Cumhur İttifakı” lehine seyretmesi için ortada hiçbir neden yok. Bir bütün olarak muhalefet ve hayır yelpazesi daha iddialı ve derli toplu; iktidar bloğu boşa koysa dolmuyor, doluya koysa almıyor, dahası iç çelişkilere gark olmuş durumda; HDP bir derleniş içinde; baraj meselemiz Saray ve AKP’nin iktidarına son vermek isteyen herkesin sorunu haline geldi; eli kulağında iktisadi kriz toplumun öncelikleri arasında ilk sıraya yerleşmiş bulunuyor; Erdoğan şirazesi kaymış biçimde her gün yeni gaf ve skandallarla kendi ayağına sıkıyor; partisi “metal yorgunluğu”ndan bir türlü sıyrılamıyor, vb. Hasılı, dengenin lehimize değişmeye devam ettiğine dair pek çok emare ve gelişme var. Son düzlükte yapmamız gereken aradaki makası olası hilelerle kapatılamayacak ölçüde açmak, provokasyon girişimlerine karşı uyanık ve tetikte olmak, seçim güvenliğine odaklanmak ve 24 Haziran günü herkesi teyakkuz halinde tutmaktır; spekülasyona kaçmak veya dip dalgası beklentisiyle avunmak değil.

Sizce HDP barajı geçiyor mu ve gelişmelerin seyrine baktığınızda HDP’nin ittifak dışı kalması daha iyi ve lehine mi oldu?

Normal ve az çok demokratik koşullar altında HDP’nin baraj diye bir sorunu yok. 7 Haziran’da yakalanmış düzey tekrarı imkansız istisnai koşulların yan yana gelmesiyle erişilmiş bir çıta değil. Aksine, egale edilebilecek ve hatta “Türkiyelileşme” diye adlandırılan yönelim derinleştikçe hep ötesine geçilebilecek bir eşik. Ama hepimizin malumu olan olağanüstü koşullardan geçiyoruz ve HDP adeta bir ateş çemberinden geçerek bu olağanüstülüğü en katmerli biçimde yaşıyor. Baraj sorunumuz, her şeyden önce bu nedenle var. Bu koşullar altında, bizim barajımız aslında % 10’un üzerindedir; çalınamayacak kadar fazla ve telafi edici oya ihtiyacımız var dememiz bir tür oy devşirmeciliği veya mağduriyet istismarcılığı değil, bir hakikat. Erdoğan’ın ortalığa düşen ve bunu “dışarıda söylemem” dediği kapalı toplantı videosu, ardından Malatya, Kocaeli ve daha vahimi Suruç’ta yaşananlar, aslında malumun ilanı bu hakikati bir kez daha ve çarpıcı biçimde ortaya koydu. Bu anlamda ve bağlamda baraj meselemiz var ve bunun hafife alınır tarafı katiyetle yok.

Konuyu biraz daha açarsak; Erdoğan-Bahçeli ikilisi birbirleriyle de inisiyatif tepişmesi içinde baskın seçim kararı aldıklarında kendi ortak “beka”ları bakımından herkesin malumu olan iki konuya odaklanmış durumdaydılar: HDP’yi baraj altı bırakmak ve İyi Parti’yi seçime sokmamak. Mümkünse ikisi; değilse hiç yoksa biri onlara galibiyetin yolunu açacaktı. Onların durduğu yerden gayet mantıklı… Ama ikinci hedefleri CHP’nin takdir edilmesi gereken manevrasıyla boşa düşürüldü. Geriye zaten pervasız ve yoğun bir ateş altında olan, iktidar bloğunun bütün oklarının yöneldiği HDP kaldı. Baraj sorunumuz bir de bu nedenle var. HDP’yi her açıdan kilit bir parti, baraj sorunumuzu bütün bir muhalefet yelpazesinin konusu, barajı geçmemizi Erdoğan’ı ve AKP’yi devirmenin olmazsa olmazı haline getiren gelişme budur. Kanaatim ve izlenimim şudur: Biz barajı muhalefet ve hayır yelpazesi içinden, özellikle CHP’den gelen desteklerle, Kürt zeminlerinde yaşanacak AKP’den yeni kopuşlarla geçeceğiz. Her iki alanı da boş bırakmamak ve rehavete kapılmamak kaydıyla…

Sorunuzun ikinci kısmına gelince; siz HDP’nin “Millet İttifakı”nın dışında bırakılmasının aslında hayırlı olduğunu kastediyorsunuz. Ben bunun, iyi veya kötü diye addetmenin ötesinde, bir bakıma kaçınılmaz, yansıtıldığı gibi yalnızca İyi Parti direncine fatura edilemez ve eşyanın tabiatı gereği olduğu düşüncesindeyim. Birden çok nedenle, “Millet İttifakı” HDP ve müttefiklerini içeremezdi ve bunun gerilimlerini kaldıramazdı. Herşeyden önce, sadece “sıfır baraj” amaçlı – HDP’yi dışta bırakmakla bu iddia arasındaki apaçık çelişki bir yana- pragmatik bir kümelenme değil, ortak paydası “restorasyon” olan bir siyasi ittifak var karşımızda.

Ama bu seçimlerdeki genel tutumuna, özellikle “çoğulcu ve demokratik bir parlamenter sisteme” dönüş vurgusuna baktığımızda HDP de “restorasyon” konusuna tamamen kayıtsız değil.

Haklı ve yerinde bir ara soru ama önce bir önceki soruya cevabımın eksik kalmış kısmını tamamlayayım. Oy pusulası böyle gösteriyor olsa bile, ortadaki tablo iki ittifak, bir başına ve yalnız kalmış bir HDP tablosu değil. HDP koşulların ve konjonktürün gerektirdiği esneklikleri elden bırakmaksızın kendi “üçüncü yol”undan yürüyor ve bunun etrafında dinamik ve açık uçlu bir başka siyasal ve aynı zamanda toplumsal ittifak şekilleniyor. Dolayısıyla, aslında ortada üç ittifak var ve bu gerçeğin altını ne kadar çizsek yeridir. Bilerek “aynı zamanda toplumsal” dedim; zira HDP yörüngesinde biçimlenen ittifak, bazı bakımlardan mevcut partiler ve siyasi oluşumlar ötesi çoklu mayalanma, kesişme, buluşma ve yakınsamalara işaret ediyor. Bir geçişkenlik alanı oluştu. Halkımızın en bilinçli ve stratejik düşünen kesimleri HDP’siz hiçbir hedefin gerçekleşmeyeceği kavrayışıyla davranışa geçtiler. Tabiri caizse “Gezi” tedbili kıyafet aramızda dolaşmaya devam ediyor. Önümüzdeki süreçte bunun hakkını verecek bir yaratıcılık ve cevvallik sergilememiz gerekiyor.

Şimdi ara sorunuza dönebilirim; HDP takiye yapmıyor, konjonktürün gerektirdiği bir taktik esneklik sergiliyor ve bu çerçevede “Millet İttifakı” ile arasında gergin bir kesişim ve buluşma alanının bulunduğunun, “Cumhur İttifakı” dışındaki güçlerin ortak bir hedefe, Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidardan indirme ve “tek adam” rejimine son verme hedefine kilitlenmesinin ne kadar önemli olduğunun idraki ile davranıyor. Ana tehdidi faşizm ve faşizmin kurumsallaşması olarak belirlemişseniz, ki tamamen doğrudur, bir anti-faşist cephe ve cephenin üzerinde bina edilebileceği bir burjuva demokratik ve nispeten tutarlı bir çerçeve yönelimimizin olması da son derece doğal. Bunu yapmazsanız tarihin tanıklık ettiği sekter yaklaşımlardan herhangi birine saplanır kalırsınız. Unutmayalım; Meclis’in itibarının ve yetkilerinin iadesi, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, OHAL’in yol açtığı mağduriyet ve tahribatların giderilmesi, vb. önümüzde duran gerçek ve yakıcı mücadele başlıklarıdır. HDP, bence doğru bir biçimde, bu mücadele gündemlerinin içinden ilerleyerek kendi hedeflerine yürümek istiyor. Onlara derinlik, içerik ve tutarlılık katmak için çabalıyor. Yolun üzerindeki büyük kütüğü, güçlerin yeniden dizilişine ve dağılımına olanak tanıyacak şekilde kaldırmaya, bu arada kendi etrafında örülmeye çalışılan tecrit çemberini kırmaya çalışıyor, burada herhangi bir taktik ve stratejik yanlış yok.

Ama bu HDP’nin ufku ile “Millet İttifakı”nın restorasyon ve statükoculuk denebilecek konumlanması arasında derin bir uçurum olduğu gerçeğini değiştirmez. Bir yanda AKP öncesine dönüş kısırlığı, diğer yanda bürokratik, aşırı merkeziyetçi, müsrif, hantal, militarist ve tekçi bir devlet aygıtı ve siyasi düzenin bir “demokratik cumhuriyet” ile aşılmasına yönelik kurucu bir perspektif var. “Millet İttifakı” her şeyden önce bu sebeple HDP ve müttefiklerini içeremezdi. Dolayısıyla iyi veya kötünün ötesinde olması gereken oldu: HDP bir üçüncü kutup olarak bir kez daha temayüz etti.

Açıklamalarınız ister istemez yeni bir soruyu davet etti: HDP etrafında şekillenmekte olduğunu söylediğiniz toplumsal ve siyasal ittifakın geleceği, ima ettiği imkanlar ve izleyebiliyorsanız bu çerçevede dönen tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Seçim faaliyetlerinin yoğunluğu içinde, elimden geldiğince tartışmaları, HDP’nin “yeni” müttefiklerinin izahat, gerekçelendirme ve kaygılarını, ittifakın dışında kalanların yaklaşımlarını takip ediyorum. Kaçırdıklarım olabilir. Öncelikle, sanki HDP sosyalistlerle ilk kez ittifak yapıyormuş, barajı geçersek sosyalizm bayrağı Meclis’e ilk kez taşınacakmış gibi yaklaşımları yadırgadığımı ama aramızdaki “saat farkı” ve yaşanmışlıklar nedeniyle anlayışla karşıladığımı belirtmek durumundayım. Evveliyatı da var ama; HDK ve HDP’de, kurulduklarından beri sosyalistler hep bulundular ve taşıyıcı roller üstlendiler. Üstelik, aynı zamanda Türkiye sosyalist hareketi ve Kürt özgürlük hareketi şeklindeki klasik ve kategorik ayrımı çelecek biçimde. Bir de tabii, HDP aurasında erime veya asimile olma kaygıları ve daha dıştan gelen “iltihak” ithamları var. Burada sadece bir “özgüven” ve hala yakamızı kurtaramadığımız steril bir sekt olarak kalma sorunu yok; boylu boyunca bir enternasyonalizm meselesi var. SYKP olarak, kurulduğundan bu yana HDP’nin bir bileşeniyiz. Ne eridik, ne asimile olduk, ne de bir yerlere iltihak ettik. Özerk ve bağımsız varoluşumuzu koruyarak, yeni bir örgüt ve ittifak modelini deneyimliyoruz. Herkese de her bakımdan geliştirici olacak bu deneyimden geçmeyi öneriyoruz.

Daha dış eleştiriler bir yana, ittifaklar dahilindeki bu görece “iç” tartışma ve mülahazaların, bir kez ilk ve kritik adımlar atıldıktan sonra zamanla daha sağlıklı, verimli ve ufuk açıcı bir istikamete akacağı kanısındayım.

Sorunuzun daha önemli kısmına gelince; HDP etrafında ilk kez bir toplumsal ve siyasal ittifak oluşmuyor. 7 Haziran’a da böyle yürüdük. Müesses nizamın bastırıcı cevabını bütün yaşanmışlıklarıyla hepimiz biliyoruz. Ama bu bakımdan, bugün yalnızca düzenin bastırma ve püskürtme hamlelerini ödünleyecek bir niceliksel gelişme ile değil, bir tür yeni bir evre geçişi, bir yeni sıçrama olanağı ile yüz yüz olduğumuzu iddia edeceğim. HDP, HDP’nin bileşenleri, eski ve yeni müttefikleri daha şimdiden gözlerini bu olanağa, mayalanmakta olan kurucu bileşime, bunun ima ettiği imkanlara çevirmek durumundadırlar.

Arap Alevilerinin iddia ettiğiniz bu evre geçişindeki payı ve rolü hakkında bir öngörünüz var mı?

Arap Alevi kökenli olmam dolayısıyla bu yönlü sorular bana sıkça sorulduğu için önce kısa bir izahat yapmama izin verin. Çoğumuz birden çok çelişkinin tarafı; birden çok kimliğin ve varoluş halinin taşıyıcısıyız. Ben de öyleyim. Bu konuda mensubu olduğum ve adaylıktan önce eşbaşkanlığını yürüttüğüm SYKP programının bana ışık tutmakta olduğunu söyleyebilirim.  Programımız kimlik mücadelelerini gelgeç bir moda yahut post-modern bir sapma olarak görmüyor; aksine sınıf mücadeleleri ile kimlik ve tanınma mücadeleleri arasında sağlam köprüler kuruyor. Ötesi, kimlikleri kendi üstüne kapılı ve donuk kümeler olarak ele almıyor; onlar arasında çaprazlaşma ve melezleşmeleri öngörüyor ve teşvik ediyor.

Arap Aleviliği de Türkiye’de ağırlıklı olarak Hatay, Adana ve Mersin illerinde yaşayan önemli bir nicelik ve baskı altındaki bir grup. Şimdilik, daha çok sosyolojik ve kültürel bir bürünüm içinde sessiz ve derinden sürse de bir kimlik, tanınma ve hak mücadelesi yürütüyorlar. Bunun önümüzdeki dönemde daha açık, daha kamusal ve daha siyasal ifade biçimlerine kavuşması muhtemel. Arap Alevilerinin HDP ile kısmi teması yeni değil. Ama şimdi bu alanda da bir sıçrama, bu sıçramada Barış Atay ve benim adaylık ve olası vekilliklerimizin karınca kaderince bir katalizör rolü oynaması mümkün. Ayrıca, Adana gibi kozmopolit bir kentte Kürtler, Araplar, Türkler ve tüm halklar arasındaki kardeşlik köprülerini güçlendirmeye katkıda bulunmayı amaçladığımı da belirtebilirim.

24 Haziran tahmininiz alabilir miyiz?

Yukarıdaki sorulara verdiğim cevaplarda örtük olarak belirttim ama biraz daha belirginleştirecek olursam; HDP yukarıda belirttiğim koşullarda barajı geçerse, 24 Haziran günü ve 24’ü 25’e bağlayan gece muhalefet yelpazesi ayakta, uyanık ve tetikte olursa “Cumhur İttifakı” parlamenter çoğunluğu sağlayamaz, 16 Nisan referandumunda tanık olduğumuz tablo yeni illeri ve büyükşehirleri de kapsayarak genişler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura sarkar. Geriye iki haftalık süre boyunca psikolojik üstünlüğü elde tutmak, yakalanmış motivasyon ve momentumda hiçbir gerilemeye izin vermemek ve iktidar blokunun olası hamle ve manevralarını boşa çıkarmak kalır.

İkinci tur ihtimalinde HDP ne yapmalı?

Halen birinci turdayız ve bizim adayımız Selahattin Demirtaş. İkinci turda ne yapacağımızı partinin en yetkili ağızları lisanı münasiple ifade ediyor aslında. Bugün biz de sıkça ‘parlamentoda size, cumhurbaşkanlığında Muharrem İnce’ye’ diyenlerle karşılaşıyoruz. Kendilerine teşekkür ediyor ve tutumlarını anlayışla karşılıyoruz. Onların da bizim ilk turda Demirtaş’ın adaylığına ve alacağı oy oranına niçin stratejik bir anlam yüklediğimizi, ilk tura herkesin kendi adayı ile girmesinin ve bunu niçin “seni başkan yaptırmayacağız”ın devamı bir hesaplaşma olarak gördüğümüzü anlamalarını bekliyoruz.

İktisadi kriz seçimler sonrasının temel ve yakıcı gündemi olacak gibi mi sizce?

Evet kesinlikle öyle. HDP’yi ve müttefiklerini, işçi sınıfını ve emekçi halkımızı bu bakımdan da sert bir mücadele dönemi bekliyor. Yeniden İMF kapılarına düşülmesi ve can yakıcı “kemer sıkma” paketlerine muhatap olmamız çok muhtemel. Bu olursa, neo-liberal taarruzun ve AKP eliyle onun üstüne monte edilmiş ahbap çavuş kapitalizminin yıllardır yarattığı derin tahribat iyice katmerlenecek. Ama unutmayalım, yanı başımızda Ürdün halkı, geçenlerde bu “acı reçete”yi yırttı ve hükümet devirdi. Halklarımızın da bu mücadele birikimi ve deneyimi var.