“Üst tarafları kadındır onların ama alt tarafları hayvandır; bellerinden yukarısı tanrılarındır ama aşağısı şeytanın malıdır…” Shakespeare “Kral Lear” adlı oyununda Ortaçağ’da engizisyon mahkemelerinde yargılanan ve hayal edilmesi dahi çok zor işkencelerle katledilen kadınları böyle betimliyordu. 21. yüzyılda da kadınla ilgili algı çok farklı değil. Daha geçtiğimiz günlerde, Shakespeare’den 500 yıl sonra, Avrupa Parlamentosu (AP) Üyesi Janusz Korwin-Mikke, “Elbette ki kadınlar erkeklerden daha az kazanmalı. Çünkü onlar daha zayıf, daha küçük, daha az zeki ve daha az kazanmalı” diye konuşabildi.
Genel olarak dünyada muhafazakârlığın yükselmesi, özellikle de bölgemizde siyasal İslam’ın etkinliğini ve yaygınlığını arttırması ataerkil zihniyetin ve baskının tonunu daha da koyulaştırıyor.
Kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüzler dünyanın dört bir yanında artarak devam ediyor. Tıpkı Ortaçağ’daki gibi! Türkiye’de ise AKP iktidarı süresince yüzde 1400 oranında artış gösterdiği tespit ediliyor. AKP, muhafazakâr toplum oluşturma projesinde kadına özel bir rol biçiyor.
Ataerkil sistemin binlerce yıla dayalı tahakkümünü göz ardı etmeksizin güncel siyasete bakarken, mücadeleyle kazanılmış haklarımızın birer birer elimizden alındığını görüyoruz. Şort giydiği için tekmelenen, tayt giydiği için tahrik ettiği iddia edilen, hamileyken spor yaptığı için tartaklananlar bizleriz. Bunların hiç biri münferit değildir, yaratılmak istenen toplumsal yapının olağan uygulamalarıdır. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve devletin çeşitli kademelerindeki erkeklerin; insanların yatak odalarına kadar uzanan demeçlerinin sonucudur. Muhafazakâr toplumun kodlarını oluşturma hamleleridir.
Kapitalizmde en çok sömürülen kadın emeğidir. Kapitalizm kadınları yarı zamanlı, güvencesiz, kayıt-dışı çalıştırarak ve erkeklere göre daha düşük ücret vererek kârını arttırıyor. Çeşitli istihdam paketleriyle ev eksenli işlerin kadına yapışık kalmasını da sağlıyor.
Kadınların tabi kaldığı asıl büyük sömürü kamusal alana, yani kapitalizmin meta ve hizmet alanına dahi giremeyen ev içindeki karşılıksız emekleridir. Dünya kadın nüfusunun yarısından fazlası çalışma hayatının, yani ücretli iş hayatının dışındadır. Kadınların sabah ışırken başlayıp gecenin karanlığına kadar kesintisiz devam eden ev içi emekleri patriyarkal kapitalizm tarafından yok sayılıyor, bu emeğe el konuluyor. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar dünya servetinin ancak yüzde birini (rakamla 1!) elinde tutuyor.
Savaşlarda da en çok kadınlar etkileniyor. Hayatta kalmayı başaran kadınların önemli bir kısmı göç etmek zorunda kalıyor. Göç yollarının dikenli telleri kadınların tenini ve ruhunu çiziyor. Dünya genelinde göç etmek zorunda kalanların yüzde 80’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Bölgede hala devam etmekte olan savaş kadınları teslim almaya çalışıyor. Taciz, tecavüz, yaşa/bakireliğe göre fiyat biçilerek satılma, fidye ve siyasi şantajlara alet etme, cihatçı çetelerin hak yolunda hizmet babında(!) haremini oluşturma… Evsiz, barksız, vatansız kalma ise cabası… Tenler ve ruhlar kan revan içinde…
Çaresiz değiliz!
1857’de New Yorklu dokuma işçisiyiz. “Eşit işe eşit ücret” şiarıyla yürüttükleri grevde yanan bedenleriz. “Hareket etmeyenler zincirlerinin farkına varamaz” diyerek harekete geçen ve kadınlara örnek olan Rosa Luxemburg’uz. Kadın kurtuluş hareketinin dünyada büyümesinde emeği geçen Clara Zetkin’iz, Aleksandra Kollontay’ız; feminizmin sözünü yükselten Simone de Beauvoir’ız…. Kadın cinayetlerinde kaybettiğimiz sayısız onurlu kadınız. IŞİD’e ve cihatçı çetelere karşı özgürlük mücadelesi veren Arin Mirkan’ız. İsrail siyonizmine karşı Filistin’i savunan Şayda Ebu Ğazali’yiz. Bizler küllerimizden yeniden doğarak çareler üreteniz.
OHAL’de Hayır
Bu sene 8 Mart’ı çok boyutlu HAYIR’ımızla karşılıyoruz. Bizler için zaten kâbusu aratmayan mevcut düzen, tek adam diktatörlüğü sevdasıyla daha da karanlıklaştırılmak isteniyor. AKP iktidarında derinleşen cinsiyetçilik, muhafazakârlık gündelik hayatın olağan hali olarak kalıcılaştırılmaya çalışılıyor. Kadınları sokaklarda, meydanlarda istemeyen bu zihniyet 8 Mart’ı da yasaklamak istiyor.
Kadınlara yönelik bu topyekün saldırıya karşı bizim cevabımız bu 8 Mart’ta en güçlü şekilde meydanlarda, sokaklarda olmak ve her yerde taleplerimizi yükseltmek ve şarkılarımızı söylemektir.
Bizi işimizden, aşımızdan, haklarımızdan eden OHAL uygulamalarınıza Hayır!
Kazanılmış haklarımızı elimizden almanıza Hayır!
Kaç çocuk doğuracağımıza, kürtaj/sezaryen olup olmayacağımıza ve yatak odamıza müdahale etmenize Hayır!
Giyimimize, kahkahamıza, sokakta yürüyüşümüze karışmanıza Hayır!
Çocuk yaşta gelin olmaya Hayır!
Çocuk, bebek, yetişkin, hayvan ayrımı yapmaksızın taciz ve tecavüz etmenize Hayır!
Bunlarla ilgili fetvalarınıza Hayır!
Savaş politikanıza Hayır!
LGBTİQ’ları dışlamanıza, onlara yönelik nefret suçlarını teşvik etmenize/işlemenize Hayır!
Sığınmacı kadınları her anlamda araçsallaştırmanıza Hayır!
Bizleri yoksulluğa, işsizliğe, güvencesizliğe mahkûm etmenize Hayır!
Kadınları başörtülüler ve diğerleri olarak ayırma çabanıza Hayır!
Bizler bütün bedenimizle ve zihnimizle kadınız. 21. yüzyılın cadılarıyız. Bize dayattığınız “engizisyon mahkemeleri”nizi asla tanımayacağız. Bu nedenle patriyarkal kapitalizminize de, başkanlık sistemi adı altında kurumsallaştırmaya çalıştığınız faşizminize de Hayır!
Tülay Hatimoğulları
SYKP Eş Genel Başkanı
06.03.2017