Demokratik Siyasal Alanı Savunmak ve HDK-HDP | Haziran 2016

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi 2. Genel Konferans kararlarından “Demokratik, siyasal alanı savunmak ve HDK/HDP” başlıklı kararımız gerekçesiyle birlikte aşağıdaki gibidir.

GEREKÇE

1) Bilindiği gibi, partimiz kurucu ve örücü bileşeni olduğu Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve Halkların Demokratik Partisi’ne ilişkin yaklaşımını derinleştirip güncellemek ve bu konuda partimizdeki iç mutabakat düzeyini yükseltmek amacıyla 26-27 Aralık 2015 tarihinde tüm üyelerinin katılımına açık bir Parti Danışma Meclisi toplantısı gerçekleştirdi. Bu toplantımızın sonuç bildirisi, toplantıyı düzenleme amacımız çerçevesinde geçerliliğinden her hangi bir şey yitirmiş değil.

Ancak, gerek bu toplantıda ele alınmayan bazı hususlar, gerekse de aradan geçen sürede meydana gelen kimi önemli gelişmeler ve bunların ima ettiği olasılıklar konferansımızın bu konudaki görevini salt ilgili sonuç bildirisini onamanın veya güncelleyip tadil etmenin ötesine taşırmaktadır.

2) Partimiz SYKP var olan durumu bir faşist diktatörlüğe doğru hızlanan gidişat olarak tanımlamaktadır. Bu kapsamda demokratik siyasal alanı terk etmemeyi, bu alandaki mevzileri korumayı, bu mevzilerde ısrarlı ve dişe diş bir mücadele vermeyi yakıcı bir görev olarak görmektedir. HDP ve HDK’yi aşan daha geniş bir demokrasi blokunun veya cephesinin vazgeçilmez bir ihtiyaç haline geldiğini vurgulamaktadır. Ancak, gittikçe ağırlaşan bir saldırı altında olan HDP ve HDK’yi savunma görevlerini yerine getirmeden, birer ittifak zemini olarak HDP ve HDK’nin halklarımızın birleşik mücadelesi ve ortak kurtuluşu bakımından stratejik değerini bu saldırı altında korumaya çalışmadan, daha geniş ve kapsamlı bir anti-faşist birlikteliği sağlamak mümkün değildir.

3) Danışma Meclisi’nde, Tayyip Erdoğan/AKP ile genel olarak “müesses nizam”ın 2014 Ekiminde yapılan MGK toplantısında bir ‘çöktürme’ ve savaş planı hazırladığı, bazı unsurları 7 Haziran seçimlerine giderken uygulamaya konsa da, bu planı esas olarak Temmuz ayından itibaren bir topyekûn savaş konsepti halinde hayata geçirdiği, 1 Kasım “tekrar seçimi”yle yeni bir aşamaya geçerek ve şiddetin dozajını giderek arttırarak başta Kürt Hareketi olmak üzere tüm muhalif güçleri susturmaya, demokratik hak ve özgürlükleri tırpanlamaya yöneldiği tespiti yapılmıştı.

Her şeyden önce Kürt halkına ve diğer muhalif güçlere yönelik bu baskı, şiddet ve saldırılar hızından ve yoğunluğundan bir şey kaybetmesizin sürüyor:

  • HDP/HDK yönetici ve üyeleri dalga dalga gözaltı/tutuklama operasyonlarıyla hapse doldurulmaya devam ediliyor. Aynı durum Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bakımından da geçerli.
  • Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerinde 2015 Nisanında başlatılan tam tecrit uygulaması kesintisiz biçimde sürdürülüyor.
  • Başta Erdoğan olmak üzere devleti yönetenler Kürt sorununun demokratik ve siyasal çözümünün dile getirilmesine dahi tahammül göstermiyor, dile getirenleri ihanetle suçlayıp hakaretlere boğuyor, barış taleplerini “suç” kategorisine sokmaya çalışıyor, savaşın yükseltilmesi ve direnenlerin imhası dışında bir seçenek tanımadıklarını döne dolaşa ilan ediyorlar.
  • DBP’li belediyeleri çalışamaz hale getirmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyor; onlarca belediyenin seçilmiş yöneticileri (eş başkanlar ve meclis üyeleri) görevden alınıyor ve tutuklanıyor; üstelik şimdi de bu belediyelere kayyum atamaya hazırlanıyorlar.
  • “TSK yıkar, STK yapar” arsızlığıyla harabeye çevrilmiş kent ve semtleri ranta açmak; halklarımızın gerçekten sivil bir iç dayanışmayla yaraları sarmak ve kentleri yeniden imara koyulmak için sürdürdüğü ısrarlı girişimleri baltalamak, aynı zamanda “çöktürme” harekâtının bir öğesi olduğu anlaşılan demografik bir planı hayata geçirmek için her yolu deniyorlar.
  • Hukuka aykırı yönetmelikler ve sözlü teminatlarla komutanlara “eliniz tamamen serbest” denerek ordu birlikleri, şehirlere sokuldu. Şimdi de ağır hak ihlalleri ve işlenen savaş suçları karşısında askerlere daha kalın bir zırh ve dokunulmazlık kazandıran bir yasal düzenlemeyle ordu daha katmerli bir teminatla donatılmaya çalışılıyor. Amaç; Kürt gençlerinin oluşturduğu hafif silahlı milis güçlere (YPS) ve evlerinde kalmaya devam eden sivil halka karşı her çeşit ağır silahı, tankları, helikopterleri ve hatta uçakları kullanarak, kentleri düzleyerek işlenmekte olan savaş suçlarına yargı yolunu kapatmak.

4) Erdoğan/AKP iktidarı, Dolmabahçe mutabakatının açıklanmasının hemen ardından saldırıya geçerek kurulur gibi olan müzakere masasını devirdi ve siyasal çözüm olasılığını ortadan kaldırdı. Bunu takiben, HDP yönetici ve üyelerine yönelik operasyonlarla, daha 7 Haziran seçimleri öncesinden başlayarak parti binalarına ve taraftarlarına yönelik fiili saldırılarla HDP örgütü paralize edilmeye çalışıldı. Ama özellikle 2015 Temmuz’undan itibaren HDP bir tür “terör örgütü” muamelesine maruz bırakıldı. Erdoğan neredeyse gündelik kışkırtıcı konuşmalarıyla, yandaş medya ise bunu köpürten demagojik bir propaganda kampanyası ile HDP’yi bu şekilde etiketlemeye çalıştı. HDP’li vekiller, haklarında açılan soruşturmalar, hazırlanan fezlekelerle, kolluk kuvvetlerinin fiziki saldırıları ve kara propagandayla susturulmak, etkisizleştirilmek istendi.

Ama bu sistematik saldırılar HDP’yi geriletemedi ve kararsızlığa düşürmedi. Aksine, HDP’li yöneticiler ve vekiller gerek Meclis kürsüsünden, gerek halk toplantıları ve mitinglerde yaptıkları konuşmalar ve sürdürdükleri siyasi faaliyetle siyasi iktidarın faşizan, halk düşmanı, kandan beslenen siyasetini ve uygulamalarını teşhir etmeyi sürdürdü. Burjuva ana akım medyanın tamamına yakınını ya satın almalar ve operasyonlarla ya da korkutarak kendi çizgisine çeken, savaş politikasının sadık destekçisi MHP’nin yanı sıra Kürtlerin yanında görünmeme kaygısıyla demokratik talepleri ve söylemi bir yana bırakmayı tercih eden CHP’yi de etkisizleştiren Erdoğan/AKP için HDP’nin bu kararlı ve cesur muhalefeti, topyekun savaş konseptinin uygulanmasının karşısına ciddi bir engelin dikilmesi demekti. Kürt halkına ve devrimci muhaliflere yönelik katliamları, şehir kuşatmaları ve “insansızlaştırma” harekâtlarını, hukuk dışı baskı ve şiddeti daha pervasızca uygulamak için, muktedirler karşısında diz çökmeyen HDP’nin boğulması veya bu direnci gösteremeyecek şekilde felç edilmesi gerekiyordu!

Milletvekillerinin dokunulmazlığını geriye dönük olarak askıya alan geçici anayasa değişikliğinin asıl amacı budur. Böylece, başta HDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, HDK Eş Sözcüsü Ertuğrul Kürkçü ve diğer HDP, HDK, DTK, DBP yöneticileri ile bütün saldırılara karşı halkın yanında, halkla birlikte direnen HDP’li vekiller topun ağzına kondu. HSYK’nın son hakim ve savcı atamalarıyla da her türlü hukuki mülahazadan uzak, iktidarın emirlerini sorgusuz uygulayacak mahkeme heyetlerinin oluşturulması garanti altına alındı. Artık HDP’li vekiller, yürüttükleri demokratik siyasi faaliyet ve konuşmaları nedeniyle, haklarında ülkenin dört bir tarafında açılan yüzlerce davayla boğuşmak zorunda kalacak, gözaltına alınabilecek, tutuklanabilecek ve sonunda Meclis’ten atılabilecek. Bu noktaya varılmasa dahi onları siyaset yapamaz duruma düşürmeye yönelik bir sürecin başlatıldığı söylenebilir. Amaç açıktır: Diz çöktürülemeyen HDP’yi her yönden kuşatmak!

5) Ancak, egemenler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar her istediklerine ulaşamazlar. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin tarihi önümüzdeki en yakın örnektir. En ağır koşullarda, en dipten başlayan mücadelenin, Kemalist rejimin Kürtleri yok sayma ve Kürtlüğü yok etme politikasını nasıl yerle bir ettiğinin, nasıl bir özgürleşme pratiği geliştirdiğinin tanığıyız. Saray/devletin HDP’yi boğma girişiminin nasıl sonuçlanacağını, kitlesi/seçmeni ve örgütüyle HDP, genel olarak Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin direniş gücü, siyaset yapma yeteneği belirleyecektir.

6) HDP, önce Cumhurbaşkanlığı seçimi sonra 7 Haziran Genel seçimlerinde “Yeni Yaşam” çağrısıyla büyük bir yükseliş trendi yakalamış ve 7 Haziran’dan 80 milletvekiliyle çıkmıştı. “Demokratik Türkiye Özerk Kürdistan” şiarı sadece Kürt halkı değil, Fırat’ın batısındaki emekçiler ve ezilenler arasında da umut yaratmış, coşkuyla karşılanmış ve benimsenmişti.

Ancak unutulmamalı ki, bu başarı 2013 Newroz’unda okunan Abdullah Öcalan’ın mesajı sonrasında ortaya çıkan çatışmasızlık içinde ve siyasal çözüm olasılığının güçlendiği bir ortamda elde edildi.

Hazırlıkları çok önceden başlasa ve ilk adımları atılsa da devletin savaş konsepti 2015 Temmuz’undan itibaren fiilen uygulamaya konuldu. PKK’nin de savaşı kabul etmesinden sonra çatışmalar şiddetlendi, HDP’ye yönelik operasyonlar ve kara propaganda, HDP’li vekillere yönelik fiili saldırılar giderek arttırıldı, IŞİD eliyle yapılan katliamların önü açıldı, HDP’ye ana akım medyada fiili yasak kondu. Sadece HDP’ye değil, tüm komünistlere ve devrimci/demokrat muhaliflere yönelik baskılar arttırıldı, demokratik siyaset alanı giderek daraltıldı. Her türlü demokratik sokak eylemine yasaklamalar veya sınırlamalar getirildi. Siyasi iktidar ve medya, çatışmalarda ölen asker ve polisler üzerinden yoğun bir şovenizm propagandası pompalamaya başladı; bilinçli olarak gerginliği ve kutuplaşmayı en uç noktalara kadar götürdü. Bu politika, bugüne kadar dozajı arttırılarak sürdürüldü. Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması operasyonu, bu politikanın bir üst perdeye sıçratılması anlamına geliyor.

7) 7 Haziran seçimleriyle tek başına hükümet kurma olanağını yitiren AKP, savaş ortamında yapılan 1 Kasım seçimlerinden yüzde 49,5 oyla güçlenerek çıktı. HDP ise seçim barajını aşsa da, oy ve milletvekili kaybına uğradı. Ancak, HDP’nin siyasal aktivitesinde ve etki alanındaki daralma, 1 Kasım seçim sonuçlarıyla sınırlı değil ve bugüne kadar devam etmektedir. Kuşkusuz HDP’nin yetersizlikleri ve kimi yanlış politikalarının bunda payı var. Ters yönden esen tüm rüzgârlara rağmen HDP daha etkin bir barış politikası uygulayabilir, daha yaratıcı taktikler geliştirebilir ve daha inisiyatifli davranarak savaş ortamının yarattığı sürüklenmelerden kendisini kurtarabilirdi. Ancak siyasal atmosferin HDP’nin önüne son derece ağır engeller çıkardığı gerçeği de göz ardı edilemez.

Siyasi iktidarın HDP’ye yönelik kapsamlı ve çok boyutlu saldırıları, tecrit ve susturma çabalarının partinin hareket alanını önemli ölçüde daraltmasının ötesinde; savaş ikliminin belirleyici olduğu, her gün asker-polis ve Kürt gençlerinin cenazelerinin geldiği, şovenist dalganın yükseldiği ve kutuplaşmanın arttığı bir ortamda siyasal çözüm ve demokrasi taleplerinin, “Yeni Yaşam” çağrısının daha az duyulur hale gelmesi ve ikna ediciliğinin azalması kaçınılmazdır. HDP’nin önündeki zorluklara; baskı ve şiddetin artması, Suruç ve Ankara-10 Ekim 2015 katliamlarının travmatik etkisi ve genel olarak demokratik siyaset alanının daralması sonucu kitlelerde belirli bir geri çekilme eğiliminin görülmesi de eklenmelidir.

Keza Kürt şehirlerinde devletin kolluk kuvvetlerinin yaptığı katliamlar, orantısız güç kullanımı, vahşi ve onur kırıcı uygulamaları; Fırat’ın batısında buna karşı tepkilerin çok kısmi kalması gibi etkenlerin yanı sıra, başta Rojava olmak üzere- Kürdistan’ın diğer parçalarındaki siyasal gelişmeler Kürt halkı içinde Kürdistani ve “kopuşçu” bir eğilimin güçlenmesine, “Bağımsız Kürdistan” söyleminin daha fazla dillendirilir olmasına yol açtı. HDP de, hem tabanındaki bu eğilimden etkilenerek, hem de Kürt halkıyla ve Kürt şehirlerindeki direnişle dayanışma ihtiyacının yakıcı bir önem kazanması ve gündemini belirlemesi nedeniyle bu Kürdistani eğilime kapılma ve bir “Kürt partisi”ne doğru büzülme görünümü vermeye başladı.  Öyle ki Kürt Özgürlük Hareketinin bazı sözcüleri “HDP Kürt partisi değil, Türkiye partisidir” uyarıları yapmak zorunda kaldı.

Oysa HDP’yi 7 Haziran’da somutlaşan başarıya taşıyan, salt Kürdistani bir çerçeveyle yetinmenin aksine, ortak yaşamın ve “Demokratik Türkiye”nin kurulmasını, Fırat’ın batısındaki işçi, emekçi ve ezilenlerin talepleriyle Kürt halkının taleplerinin birlikte ve birbirini bütünler biçimde savunulmasını öngören ve bunu pratiğe geçiren siyasi hattıydı. Bugün HDP’nin önünü açacak, onu yeniden yükseliş trendine sokacak ve Türkiye’nin işçileri, emekçileri ve ezilenlerinin de sözcüsü konumuna getirecek olan da bu hattır.

8) Bütün saldırılara rağmen HDP’nin 7 Haziran Genel Seçimlerinde başarılı bir kampanyayla yüzde 13,4 oy ve 80 milletvekili kazanması ve AKP’nin tek başına hükümet olmasını engellemesi aslında önemli bir dönüm noktası olmaya adaydı. HDP’nin “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganı kitlelerde karşılığını bulmuş ve Erdoğan’ın başkanlık hayallerini yıkmıştı. Koalisyon yapılması halinde bile başta 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturma dosyaları olmak üzere, AKP hükümetleri boyunca devlet olanaklarının yandaş sermaye gruplarına ve şahıslara peşkeş çekilmesi vakalarının, birbirini izleyecek rüşvet ve yolsuzluk dosyalarının gündeme getirilmesi söz konusu olabilecek, Erdoğan ve ailesi ile AKP yöneticileri de sorgulanır ve yargılanabilir hale gelebilecekti. AKP hükümetlerinin Suriye’de yürüttükleri kirli savaş politikasının yasadışı operasyonları da ortalığa saçılacak, uluslararası bir yargılama bile ihtimal dahiline girecekti. Bu siyasal İslam’ın yerleştiği iktidardan uzaklaştırılmasının, siyasi ve kültürel hegemonyasını yitirmesinin yolunu da açacaktı.

Ancak; Tayyip Erdoğan ve AKP’nin kaybetmeye tahammülü yoktu. Bu nedenle kısa bir sendeleme ve bocalamadan sonra karşı saldırıya geçtiler. Bu karşı saldırı birbirini destekleyen iki eksen üzerinden yürütüldü: 7 Haziran seçim sonuçlarını yok sayarak, aslında bir darbe ile parlamenter sistemi işlevsizleştirerek ülkeyi sopalı bir “tekrar seçim”e sürüklemek ve “çöktürme” planını bütün unsurları ile topyekûn yürürlüğe koyarak seçimleri savaş atmosferinin koşullaması altında gerçekleştirmek. Erdoğan, TSK ve Ergenekon ile ittifakını pekiştirerek, MHP’nin kolaylaştırıcılığından, CHP’nin basiretsizliğinden, HDP’nin görece pasif bir “bekle-gör”cü tutum takınmasından yararlanarak ve sermaye içi çatlakları da olabildiğince sıvayıp HDP’yi tecrit ederek bu darbe sürecini derinleştirdi.

Erdoğan/AKP’nin 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını tanımama ve “tekrar seçim” zorlamasına karşı başta HDP olmak üzere tüm diğer muhalefet güçleri, kararlı bir biçimde bu sonuçları savunma hattında duramadı.  Bir an savunmaya çekilen Saray’ı bu konumdan çıkamayacak şekilde ve yeni taktiklerle kesintisiz bir baskı altında tutamadı. 7 Haziran seçimlerinin sonuçları üzerinden bir hükümetin kurulması, demokratik siyasetin ve tüm mücadelenin bu hatta sıkı sıkıya bağlı yürütülmesi kararlılığı gösterilemedi. Erdoğan’ın  “tekrar seçim”  zorlamasına karşı hodri meydan denilerek tekrar seçime meşruluk zemini tanındı. Dolayısıyla HDP ve diğer muhalefetin bu tavrı, Erdoğan’ın işini kolaylaştırdı.

Sonuçta Erdoğan 1 Kasım’da yaptırmayı başardığı “tekrar seçim”de amacına kısmen ulaşarak HDP’yi bir ölçüde geriletti ve en önemlisi AKP’nin oyunu arttırarak tek başına iktidar olmasını sağladı. Elbette savaş konsepti gene de sürdürülecekti: Ta ki başta Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere tüm muhalif güçlerin direnci kırılana kadar…

9) Savaş politikasının uygulanmasının tek nedeninin Saray ve AKP yöneticilerinin politik ve şahsi çıkarlarının korunması olduğu gibi bir yanılgıya düşülmemelidir. Savaş konsepti esasen bir devlet politikasıdır. Saray/AKP siyasal iktidarı bu savaşı Ordu ve diğer devlet kurumlarıyla tam bir uyum içinde sürdürüyor. Bu ortaklaşmanın arka planında ise TC devletinin genetik şifrelerinde bulunan geleneksel “parçalanma ve dağılma” korkusu, devletin bekası kaygısı, 7 Haziran’ın ima ettiklerinden ürküntü, Kürt düşmanlığı ve “güvenlikçi” anlayış yatıyor.

Ortadoğu’da genel olarak Kürt ulusal hareketinin, özellikle de Kürt Özgürlük Hareketinin inisiyatif kazanması,  bilhassa Rojava Kürdistan’da KÖH’ün çizgisinde demokratik, laik, kadın özgürlükçü, halkların eşit katılımına dayanan bir toplum modelinin hayata geçirilmesi, bu modelin ve siyasi yapılanmanın geniş bir uluslararası meşruiyet kazanması, aynı zamanda Türkiye-Suriye sınırını boydan boya kat ederek Sünni Arap nüfusla doğrudan temas/sınırdaş olma olanağını ortadan kaldırması başta Ordu olmak üzere devlette alarm çanlarının çalmasına yol açtı. İdeolojik saplantıları nedeniyle Kürt ulusal gerçekliğini kabullenme ve bunun üzerinden politika geliştirme yeteneğinden yoksun Türk devlet aklı, Rojava’daki yeni siyasi oluşumu yok etme ve “kendi” Kürtlerini, tüm siyasi çözüm olasılıklarını ortadan kaldırarak ezme planları yaptı. Sınırın güneyinde kurulan Rojava’yı IŞİD ve diğer cihatçı çeteler eliyle dağıtma, Kuzey Kürdistan’da yüksek bir örgütlülük ve irade kazanan, özyönetim/özerklik taleplerini dile getirmekle kalmayıp fiilen uygulamaya koymaya başlayan Kürt halkını da askeri ve politik olarak bastırma planları uygulamaya konuldu. 2014 Ekim MGK’sında benimsenen, daha sonra adım adım hayata geçirilen savaş konsepti bu anlayışın bir sonucudur.

Devletin derin dehlizlerinde planlaması yapılan bu yaklaşım, Erdoğan/AKP tarafından tümüyle benimsenmekte ve uygulanmakta. MHP’den canı gönülden bir destek bulmakta ve kimi sızlanmalara rağmen CHP Genel Merkezi tarafından da paylaşmakta. Tekelci sermaye de bu yaklaşıma ilişkin bazı riskler görse de, savaş ekonomisinden kasasına giren kârlarla, devlet-sermaye ortaklığına dayanan askeri-sınai kompleks olgusunun etkisiyle ve devletin âli çıkarlarına sadakatle ikna olmakta ve savaş konseptinin arkasında durmakta. Sonuç olarak egemen blokta “içeride ve dışarıda savaş” konsepti üzerinde halen geniş bir mutabakat bulunuyor.

10) Egemen blok bu savaşı kendi çıkarlarına uygun bularak soğukkanlı biçimde planladı ve fırsatını bulunca da uygulamaya koydu. Olayların seyri bu konuda hiçbir tereddüde yer bırakmıyor. Ancak bu, geriye dönüp bakıldığında, egemen bloğun bu yönelişinin şu veya bu şekilde çelinemeyeceği, olayların bir mukadderatmışçasına bugün aktığı gibi akmasından başka bir yol olmadığı anlamına gelmez. Böyle bir “zorunluluk” anlayışı, gerek bütün bileşenleri ile Kürt Özgürlük Hareketinin, gerek HDP ve HDK’nin, gerekse de Türkiye’nin sosyalist ve demokratik güçlerinin kendilerinin bu süreçteki ve özellikle 7 Haziran’dan sonraki eksik ve zaaflarını görmesini, bundan geleceğe yönelik dersler çıkarmasını önler.

11) Kürt Özgürlük Hareketinin sözcüleri tarafından yapılan açıklamalarda her ne kadar “Kürdistani eğilim”in kimi işaretleri ve vurguları görülse de, bunlar “Demokratik Türkiye, Özerk Kürdistan” formülünde ifadesini bulan ana doğrultunun terk edildiği, bu temelde bir siyasi çözümden ve ortak gelecek perspektifinden vazgeçildiği anlamına gelmiyor. Nitekim Kandil sözcüleri sıklıkla, savaşı Saray/devletin başlattığını, Abdullah Öcalan’ın yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve artık statü talebini içerecek şekilde siyasi çözüm için müzakerelerin başlaması halinde savaşa son vermeye hazır olduklarını vurguluyor. Aynı sözcüler, HDP ve HDK’de örgütsel ifadesini bulan Kürt halkı ile Türkiye işçileri, emekçileri ve ezilenlerinin ortak mücadelesinin önemine işaret ediyor ve yükselen faşizm tehdidine karşı en geniş demokrasi ve emek güçlerinin birleşmesi gerektiğini savunuyor.

12) Bugünkü savaş ortamı ve siyasi iktidarın saldırıları işimizi epey zorlaştırsa da, savaşa karşı barış, faşist diktatörlüğün inşasına karşı demokratik bir Türkiye’yi kurma mücadelesini yükseltmenin olanakları bulunuyor. 7 Haziran’ı göz önünde bulundurmak, bu olanakları görmek ve onlara sistematik olarak çalışmak bakımından önemlidir.

Kuşkusuz tarihte yaşanan hiçbir deneyim aynı biçimde tekrarlanmaz. Her toplumsal olay kendi özgül koşulları içinde gerçekleşir. Ama hiçbir tarihsel deneyim geleceğe iz bırakmayacak şekilde buharlaşıp gitmez. Koşulları olgunlaştığında kendisini değişik biçim ve içeriklerle yeniden üretebilir.

Tıpkı Gezi İsyanı gibi 7 Haziran başarısı da yenilmez ve geriletilemez gibi görünen Saray/AKP iktidarının yenilebilir olduğunun kanıtıdır. Umut ve cesaret verici bir örnektir.

13) 7 Haziran, basitçe bir seçim başarısı ya da tesadüfen ortaya çıkmış bir istisna olarak görülemez. Arkasında demokratik, laik, özgürlükçü bir ülkeye gidişin yol haritasını veren bir program, milyonlarca insanın emeği vardır. Kürtler ve diğer halklar, işçi ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ’ler, Aleviler ve diğer inanç toplulukları, doğa ve yaşam savunucuları, gençler, engelliler, emekliler… bir araya geldiğinde nasıl büyük bir enerjinin açığa çıkabileceğini, bunun toplumda nasıl bir umut yaratabileceğini göstermiştir 7 Haziran. HDP’ye oy veren seçmenlerin çok daha fazlası, başka bir partiye oy verse de HDP’ye sempatiyle yaklaşmıştı. Bugün HDP’ye daha mesafeli duruyor olsalar da onlar gelecekte demokrasi ve özgürlükten yana, işçi ve emekçilerin, kadınların, halkların haklarını savunan bir parti ve programa destek verecek potansiyel kitle tabanıdır.

HDP’nin de içinde olduğu geniş bir demokrasi bloku ile 7 Haziran’da alınan oyun iki katına ve daha fazlasına ulaşmak, çok daha geniş bir etki ve hitap alanı yaratmak boş bir hayal değildir. Dolayısıyla bu kitlelere pekala ulaşılabilir, onlar burjuva partilerin etki alanından çıkarılabilir, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi bir ülkenin kurucusu haline getirilebilir.

KARARLAR

  • Kongremiz, 26-27 Aralık 2015’te toplanan Parti Danışma Meclisi’mizin Sonuç Bildirisi’ni onaylar. (Ek: Parti Danışma Meclisi Sonuç Bildirisi)
  • Kongremiz, SYKP’nin kurucu ve örücü bileşeni olduğu HDK/HDP zemininin, Türkiye’nin bütünsel ve köklü bir demokratikleşmesi, Kuzey Kürdistan’ın bu bağlam içinde özgürleşmesi, bütün özgürlükçü dinamiklerin kuvveden fiile çıkması ve daha özgür bir dünyaya giden kanalların genişletilmesi açısından büyük olanaklar sunduğunu, toplumsal muhalefetin en önemli ve sürükleyici gücü olduğunu teyit eder.
  • Kongremiz, HDP’nin “Demokratik Türkiye, Özerk Kürdistan” temelindeki yaklaşımını, kimi yönlerine ilişkin farklı görüşlerimiz saklı kalmak üzere “Yeni Yaşam” tasarımını, “Savaşa karşı barış” yönelimini destekler. Siyasi iktidarın ve genel olarak devletin uygulamaya koyduğu topyekun savaş konseptinin ve HDP’ye yönelik çok yönlü, sistematik saldırıların demokratik siyaset zeminini daraltması gerçekliğine karşın HDP’nin bu daralmanın üstesinden gelecek yaratıcı ve esnek politikalar geliştirememesini -bir bileşen olarak kendi sorumluluğunu atlamadan- bir eksiklik olarak görür.
  • Kongremiz, siyasi iktidarın başta HDP olmak üzere muhalefet odaklarına yönelik sindirme ve susturma politikalarına, dokunulmazlıkların kaldırılması operasyonuyla özellikle HDP’yi Meclis dışına atma ve etkisizleştirme saldırılarına tüm demokrasi ve emek güçleriyle birlikte direnmenin, faşizmi durdurma ve geriletme mücadelesinin güncel ve yakıcı bir görevi olduğunu tespit eder. SYKP’nin, vekillerimizle ve AKP tarafından görevden alınan, hapse atılan seçilmiş Belediye başkan ve meclis üyeleri ile en üst düzeyde dayanışma içinde olacağını bildirir.
  • Kongremiz, siyasi iktidarın saldırılarına karşı HDP ve HDK’yi faal ve ayakta tutmanın, daha da güçlendirmenin, “çökertme planı”nı boşa düşürmenin önemli bir ayağını oluşturduğuna işaret eder.
  • Kongremiz, meclisler şeklinde halkın en alt birimlere kadar kendi öz-örgütlerini yaratma, doğrudan demokrasiyi en geniş biçimde kullanma, işçi ve emekçileri, halkları ve inanç topluluklarını, kadınları, LGBTİ’leri, doğa ve yaşam savunucularını, gençleri, engellileri vb tüm muhalefet dinamiklerini özgüllüklerini koruyarak ortak bir mücadele hattında birleştirmeyi öngören ve hedefleyen HDK’yi toplumsal bir varlığa dönüştürmeyi öncelikli görevleri arasında sayar.
  • Kongremiz, HDK ile HDP ilişkisinde HDK’nin öne çıkarılmasıönerisini doğru bulmakla birlikte, HDK’yi toplumsal, HDP’yi siyasal alan örgütlenmesi olarak mutlaklaştıran anlayışı değil; HDK ile HDP ilişkisinin canlı, dinamik bir ilişki olması gerektiğini savunur. HDK’nin HDP ile ilişkisinin hiyerarşik bir ilişki değil, politik iknaya dayalı, sosyal mücadele alanlarından beslemeye ve çevrelemeye dayalı bir hegemonya ilişkisi olması gerektiğini vurgular.