SYKP Parti Meclisi’nin 13 Nisan 2025 tarihli toplantısında “Barış ve Demokratik Toplum” eksenli diyalog süreci ve 19 Mart yargı darbesi hakkında yaptığı değerlendirme:
SYKP Parti Meclisi Toplantısı Sonuç Bildirgesi
13.04.2025
- “Barış ve Demokratik Toplum” eksenli diyalog süreci
Büyük ölçüde partimizin ve diğer DEM Parti bileşenlerinin bilgisi ve inisiyatifi ötesinde gelişen, ön görüşmeleri PKK lideri Abdullah Öcalan ve Saray rejimi yetkilileri arasında tamamlanan süreç; Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihinde açıkladığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısıyla aleniyet kazanarak SYKP için de somut bir politik anlama büründü.
Parti Meclisimiz Öcalan’ın yapmış olduğu çağrının iki kilit öğesi olduğunu saptıyor: Birincisi, Öcalan’ın çağrının son iki paragrafında ifade ettiği “tüm gruplar”a yönelik “silah bırakma çağrısı” ve PKK’ye yönelik “devlet ve toplumla bütünleşme için kongre toplayarak kendini fesih” çağrısı.
İkincisi, yazılı metinde yer almayan ancak heyet üyelerinden Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’a atfen yukarıdaki çağrı kapsamında metne dâhil olduğunu ifade ettiği “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması, demokratik siyaset ve hukukî boyutun tanınmasını gerektirir.” ibaresi.
Birinci hususta, PKK’nin Öcalan’ın silah bırakma çağrısını benimseyerek Kongre toplama iradesini resmen beyan etmiş olmasına karşın, devletin Kongrenin gerçekleşme imkânı olarak PKK’nin Öcalan’ın -herhangi bir şekilde- Kongre’ye riyaset zorunluluğuna ilişkin talebine olumlu bir yanıt vermemesi, “silah bırakma”yı çağrı düzeyinde bırakarak sürecin seyrini akamete uğrattı.
Öte yandan ikinci hususun yazılı metinde yer almayıp sözlü ifade edilmiş olması, ister istemez “mutabakat”ın silah bırakma sonrasındaki evresinin toplumun geri kalanının gözünde olumlu ve kalıcı bir varlık ve tanıma ulaşmasının zayıflamasına ve iğretileşmesine yol açtı.
Çağrının “silah bırakma” ile ilgili birinci bölümü doğrudan doğruya ve öncelikle Öcalan/PKK ve Kürt siyaseti ile Kürt halkının devlet ve toplumla ilişkilerinin geçmişini ele alışları ve geleceğine dönük bakışlarıyla ilgilidir. SYKP bu çerçevede varılmış ve varılacak sonuçları “milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı” kapsamında saygıyla karşılayacaktır.
SYKP bu kapsamda “Kongre toplama”nın kolaylaştırılmasına yönelik çözüm önerilerinin karşılık bulmasından yana ve MHP’nin ve Bahçeli’nin süreci karikatürleştirerek istismara yönelen söylem ve girişimlerinin karşısında tutum almalı ve siyaset kurmalıdır.
Çağrının ikinci, ancak birincisinden hiç de daha az önemli olmayan “demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınması” hususu ise, yalnızca DEM Parti ve HDK bileşenlerinin değil, toplumun bütün sınıfları, tabakaları, kültürleri ve kimlikleri için de siyasal ve toplumsal mücadele zemininde bu talebin yanında ya da karşısında yer alarak dâhil olacakları bir sabit siyasal gündem olmaya sürdürüyor.
SYKP Kürt sorununun ancak ve ancak barışın toplumsallaşması ve Türkiye’nin demokratikleşmesiyle çözüleceğinin bilincinde olarak inisiyatif üstlenecek, gerek DEM Parti ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bileşeni olarak gerekse kendi bağımsız faaliyeti kapsamında üzerine düşeni gerçekleştirecektir.
DEM Parti’nin büyük bileşeninin “silah bırakma” kapsamında diplomasi ve politikayı birlikte yürütme zorunluluğunun inisiyatif almasını güçleştirebildiği koşullarda SYKP, bir yandan bu iki hususun siyaset gündeminde kalmasını önemserken öbür yandan DEM Partinin diğer bileşenleriyle birlikte ortak partimizin bağımsız siyasal hattını ileriye, sınıf mücadeleleri alanına taşıma sorumluluğunu üstlenme refleksini güçlendirmelidir.
- 19 Mart darbesi ve demokratik kampın önüne yürüme sorumluluğu
19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Şişli ve Beylikdüzü Belediye Başkanları ve İBB kurmaylarıyla mali birim yöneticilerine yönelik olarak girişilen darbe, rejimin giriştiği, yukarıda değerlendirilen “Barış ve Demokratik Toplum” eksenli diyalog sürecinden bir sapmayı ifade etmiyor.
Tersine, “diyalog süreci” rejimin faşizmin kurumsallaştırılması hedefi kapsamında büyük toplumsal ve politik blokların rejim karşıtı bir ittifaka yönelmelerinin önü kesilerek birbirlerinden uzaklaştırılmasını gözeten stratejik planının birinci ayağını, 19 Mart darbesiyse aynı planın ikinci ayağını oluşturuyor.
Rejim, “çatışmanın sona erdirilmesi” karşılığında Kürdistan’da kendiliğinden meydana geleceği varsayılan “rahatlama”nın Kürtleri diğer demokrasi dinamiklerinden uzaklaştırarak merkeze yaklaştıracağını umduğu bir muhtemel “muhafazakâr/liberal Kürdistanileşme”ye tercüme edileceği, Kürt Özgürlük Hareketi’nin silahsızlaştıkça Kürt halkı üzerindeki etkisinin düşeceğini varsayıyor.
Öte yandan büyük kentlerde Kürtler ve diğer demokrasi güçleri arasındaki ortaklık zeminlerinin Kürtlerle ittifakı üzerinden kriminalizasyonu yoluyla da bir demokrasi ittifakının sürmesi ve/veya genişletilmesi olanaklarını sakatlamayı hedefliyor. Rejimin 2024 yerel seçimlerinden mutlak bir yenilgiyle çıkmasına yol açan, faşizmin kurumsallaştırılması ana stratejisinin önüne dikilen en büyük güncel engel, İstanbul başta olmak üzere bütün metropollerde Kürt seçmenin DEM Parti üzerinden CHP ile kurduğu ittifaktı. Bu ittifak İstanbul merkez olmak üzere rejimin karşısına bir ikili iktidar dinamiği olarak dikildi. 2028 seçimlerine gidilirken bu ikili iktidarın bertaraf edilmesi rejimin merkezi sorunu halini aldı.
CHP Genel Merkezi’ne ve İstanbul Belediyesi’ne yöneltilen eş anlı darbenin gerisindeki kuvvet analizi Kürtler, “çatışmasızlık süreci” ile tarafsızlaştırılırken “silah haline getirilmiş yargı”yla ittifaksız bırakılmış olacağı varsayılan CHP’nin en temayüz etmiş Cumhurbaşkanı adayına ve Partinin kendisine darbe yapmanın mümkün olabileceğine dayandırılmıştı. Ancak, İBB Başkanı’nın darbe öncesi olası gelişmeleri çözümleyerek giriştiği kampanyayla uyardığı CHP tabanı ve demokrasi güçlerinin hızlı ve meşru zeminlerden hareketle gösterdikleri çevik tepki ve üniversite öğrencilerinin öngörülmeyen atağının bir anda milyonlarca insanı demokratik direniş hattına sürüklemesi ve her gün bir adım daha ilerleyerek direnişi genişletmesi iktidarın daha sert tedbirlerle devam etmesini olanaksızlaştırdıkça rejimin İBB ve CHP’ye kayyım atama planları akamete uğradı, Cumhurbaşkanı adayını esir almış olarak geri çekilmeyi seçti. Bütün temasların ve kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi iktidarın amacına ulaştıramadığı 19 Mart darbesi sonrasında, manevi ve politik üstünlük muhalefet güçlerine geçerken rejim savunmadan çıkmayı başaramadı.
19 Mart’ın ardından yaşanan gelişmeler AKP-MHP Faşist İktidar Bloku’nun darbe girişimden beklediği sonuçların boşa çıkmasına neden olmuş, AKP-MHP Faşist İktidar Bloku ile CHP arasında süreceği varsayılan mücadele, İmamoğlu/CHP sorunu olmaktan çıkarak çığ gibi büyüyen toplumsal muhalefet ile Tek Adam Rejimi karşıtlığına dönüşmüştür. Bu saflaşma özü itibariyle anti-faşist bir cephe olarak şekillenmektedir. Bu saflaşma karşısında kararsız kalan güçler, niyetlerden bağımsız olarak mevcut rejimin sürmesine hizmet eder konumuna sürükleneceklerdir.
Bu koşullar SYKP ve DEM Parti’ye büyük bir sorumluluk yüklüyor. Birincisi, SYKP siyasal ve örgütsel sorumluluğu gereği öncelikle DEM Parti bileşenlerini ve özellikle büyük bileşenini, “Barış ve Demokratik Toplum” eksenli diyalog süreci ile 19 Mart darbesine karşı mücadelenin tıpkı rejimin yaptığı gibi aynı mücadelenin iki yüzü olarak görmesini sağlayacak bir tartışmanın önünü açmak ve bu iki mücadelenin birlikte yürütülmesinin gerekliliği tezinin kabulünü sağlamakla yükümlüdür. DEM Parti’nin büyük metropollerdeki tabanı bu alanda çok büyük deneyim sahibidir. 2017 referandumundan bu yana AKP’nin faşizmin kurumsallaştırılmasına yürüyüşü karşısında demokratik kampın en kritik bileşeni oldular. AKP’yi tek ayağı üzerinde bırakan seçim taktikleri esasen öncelikle metropoldeki Kürtlerin zihninde gelişti.
İkincisi, Bununla birlikte CHP liderliğinin ideolojik ve politik kısıtları nedeniyle meseleyi bir demokratik halk iktidarı perspektifine büründürmesinin imkânsızlığı dolayısıyla sorunu CHP’nin Cumhurbaşkanlığı temelinde ele alması, diktatörlüğe karşı mayalanmakta olan radikal karşıtlığı tavsatması riski sürüyor. Sonunda siyasal çerçeve iktidarın kaybedeceği bir seçime sürüklenmesiyle sınırlansa bile bunun ancak kesintisiz toplumsal mücadele sürecini gereksineceği arkada bıraktığımız dönemde açıkça görüldü.
İmamoğlu/CHP sorunu olmaktan çıkarak çığ gibi büyüyen toplumsal muhalefet ile Tek Adam Rejimi karşıtlığından kısa ve uzun vadede işçilerin, kadınların ve bütün ezilenlerin çıkarları ekseninde sonuçların çıkabilmesi için, sosyalist ve radikal demokratik güçlerin sistematik bir ittifak zemini oluşturarak toplumsal mücadelelere bakış açısı, ufuk derinliği ve zihin açıklığı kazandırmak üzere harekete geçerek toplumsal muhalefetin sol kanadını oluşturması gerekmektedir.
SYKP bu amaçla, sosyalist ve radikal demokratik güçlerle, sosyalist feministlerin, DİSK’in ve TÜRK-İŞ’in sol kanat sendikaları ve bağımsız işçi odaklarının, devrimci öğrencilerin, kent yoksullarının, yeni işçi sınıfı platformlarının vb. buluşacağı zeminler inşası için harekete geçmeli, bu maksatla temaslara başlayarak sosyal mücadelelerin doğrultu kazanması için çaba göstermeli, kendisiyle birlikte DEM Parti’nin de demokratik kampın önüne yürümesini sağlamalıdır.
Böylece yükselen toplumsal muhalefeti anti-faşist ekseninden koparmaya çalışan “ittihatçı” faşist kontra güçlerin şekillenmekte olan anti-faşist cepheden defedilmesi mümkün olacaktır.
SYKP ve diğer sosyalist güçlerin daha uzun erimli bir görevi de, gençlik içinde fokurdayan ve mayalanan isyancı ruhun devrimci bir vücuda bürünmesine önayak olmaktır. Üniversite gençliğinin barikatları yıkarak Saraçhane’ye doğrultu vermesi ve liselerde yeni yeni başlayan direnişler, geleceği kazanacağımıza kuvvetle delalet etmektedir. SYKP’ye düşen, gençliği devrimci mücadeleye kazanmak olmalıdır.
- Dönemsel slogan ve çağrılar ihtiyacı
19 Mart sonrasında, mücadelelere her zaman ve her yerde dile getirilen sloganlarla yön vermenin sonuna gelindiği görüldü. Açıkça bir iktidar mücadelesini, en azından mevcut iktidara son verilmesi ihtiyacını dile getiren sloganlar halkların dilinin ucunda dolaşmaya başladı. Günümüzde bir slogan icadına girişmektense, halkın dilinde olanları alıp işleyerek bu sloganlarla devam etmek mümkün. Bu çerçevede en çok kulağa gelenler arasında, “Tayyip (veya Erdoğan) İstifa” var. Bu çok eski ve klasik bir sloganın (Hükümet İstifa) yeni hâli. Bitmeyen AKP hükümetleri sonrasında “hükümeti” hedef almak anlamını yitirirken şimdilerde Erdoğan’ın tek adam olarak kendisinin sonuna yürüdüğünü gören kitleler bu sloganı benimser görünüyor.
31 Mart 2024 yerel seçim sonuçları ile birlikte AKP-MHP Faşist İktidar Bloku azınlığa düşmüş olmasına rağmen, CHP’nin “normalleşme” politikasının da etkisiyle “erken seçim” talebi geniş yığınlar nezdinde yeterli karşılığı bulamamıştı. 19 Mart darbe girişiminin püskürtülmesi ise “erken seçim” talebinin sıçramalı bir şekilde aktüalite kazanması ve geniş yığınların öncelikli talebi haline gelmesi sonucunu doğurdu.
Partimiz, AKP-MHP Faşist Bloku’nu en kısa zamanda iktidar katından indirmek için; kitlelerin adalet, barış, ekmek ve demokrasi taleplerini birleştireceği “erken seçim” şiarını her türlü siyasal etkinliğinin eksenine yerleştirmelidir.