Yeni bir müzakere sürecinin başladığına tanıklık ediyoruz. Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a yönelik çağrısı ile başlayan, yine Meclis’te Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelerek tokalaşmasıyla ve ardından bir dizi açıklamayla devam eden süreç, nihayetinde uzun süredir kapalı olan İmralı Kapısı’nın aralanmasıyla yeni bir evreye sıçramış, mutlak tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan ile görüşülmüş ve 7 maddelik bir ön açıklama paylaşılmıştır. Yapılan açıklama ve görüşme, henüz bir barış ve çözüm süreci olarak değerlendirilecek kapsamda olmamakla beraber, bu yönde bir kapının aralanması ve olumlu bir eğilimin ifade edilmesi açısından önem taşımaktadır. Uzun bir tecrit dönemi sonrasında Abdullah Öcalan’ın DEM Parti heyeti ile görüştürülmesi, tecritte bir gedik açılması anlamına geldiği için kendi sınırları içinde kıymetlidir.
Görüşme, uzun süredir Ortadoğu’da devam eden hegemonya kavgasının en ateşli döneminde, İsrail’in soykırıma dönüşen Gazze saldırısı bir yılı geride bırakmışken, Suriye’de Esad rejimi yıkılmışken gerçekleşmiştir. Rejim bu durumu “iç cephenin tahkim edilmesi” olarak gerekçelendirse de barış talep eden güçler açısından bir fırsat kapısı aralanmıştır. Bu fırsatı değerlendirmek, rejimin niyetlerinin ötesinde barış ve demokrasi isteyen güçlerin ve Kürt halkının özgürlük taleplerini desteklemekle mümkündür. Sürecin başarılı olması mesafeli bir duruş, bekle-gör anlayışı, kaygı ve tereddütle değil; sürece müdahil olarak ve rejimin bu süreci araçsallaştırarak kendi iktidarını tahkim etmesine engel olmakla sağlanabilir.
Ortadoğu bir kez daha yeniden şekillendirilirken yeni güçler dengesi ABD-İngiliz ve İsrail lehine dönmüş durumdadır. Esad rejimi yıkılırken Rusya’nın müdahil olmaması ve ardından etkin bir politika izlememesi, diğer yandan İran’ın Suriye ve Lübnan üzerindeki hamiliğinin etkisizleştirilmesi İsrail’in nüfuzunu genişletmesi ve de Suriye’de şimdilik HTŞ’nin öncülüğünde yeni bir rejimin kurulması planına işlerlik kazandırmıştır. ABD ve İngiltere, Suriye’de Rusya ve İran’ın ağırlığı azalmışken İsrail ile birlikte buradaki hegemonyasını artırmaktadır.
Türkiye ise güçler dengesindeki yerini test ederken öncelikle Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını bertaraf etmek istemektedir. Cumhur İttifakı, bir yandan Rojava’nın statüsünün kalıcılaşmasını (bu çerçevede PYD’nin ABD-İngiltere-İsrail dolayımıyla HTŞ ile uzlaşmasını) önlemek diğer yandan Türkiye’deki derin yoksulluğun yol açtığı tepkileri kırabilmek için gündemi maniple etmek ve de muhalefeti bölmek üzerinden Kürt sorununun çözümü bahanesiyle iktidarını devam ettirmeyi (Erdoğan’ın yeniden seçilmesini) hedeflemektedir.
Çatışmalı sürecin, başta işçi ve emekçiler olmak üzere tüm ezilenler için can kaybı, hak kaybı ve ekonomik yıkım anlamına geldiği ortadadır. Demokratik kazanımların her gün “terörle mücadele” adı altında yok edildiği, anayasa ve kanunların dahi ayaklar altına alındığı bir süreçten geçiyoruz. Ülke kaynaklarının büyük bir kısmı savaş ekonomisine harcanıyor. 2012-2015 dönemindeki çatışmasızlık halinin toplumsal güçlerde yarattığı olumlu havayı hepimiz hatırlıyoruz. Bu dönemin yarattığı zemin sayesinde GEZİ DİRENİŞİ ortaya çıkmış ve toplumsal talepler ifade edilebilmiştir. Bu nedenle rejim, toplumsal dinamiklerin kendi taleplerini ifade ettiği bir zeminin önünü açmayı değil; aksine kendini dayatma, iktidarını sürdürme ve kaybetmekte olduğu toplumsal meşruiyeti yeniden kazanmayı hedeflemektedir.
Baskı ve şiddetle sağlanan toplumsal suskunluğun, en küçük bir kıvılcımla güçlü bir itiraza dönüşebileceği zamanlardayız ve rejim de bunun farkındadır. MHP’nin “Kürt-Türk kardeşliği” olarak tanımladığı, Erdoğan’ın ise “terörle mücadele” diye nitelediği bu süreç, bizim hedeflerimizin önüne zorlayıcı setler çekmekle beraber, yeni kazanımları veya mücadele hattını yükseltecek imkânlar da yaratabilir. Bu nedenle, şayet sağlanabilirse yeni bir çatışmasızlık süreci, ezilen sınıfların taleplerini daha güçlü bir şekilde ifade edebilecekleri bir ortam yaratabilir.
Kürt sorunu, yalnızca Türkiye düzleminde değil, Ortadoğu ve hatta küresel ölçekte bir sorun haline gelmiştir. Gelinen noktada Kürt sorununu demokrasi ve insan hakları mücadelesinden bağımsız görmek mümkün değildir. Emperyalistlerin dünya halklarını ezme ve onların eşitlik ile özgürlük taleplerini kanla bastırma girişimleri karşısında, partimiz ve sosyalist hareket, ezilen halkların yanında saf tutmaya devam edecektir. Ezilen halkların özgürlük talepleri ile ezilen sınıfların esaretten kurtuluş mücadelesi arasındaki kopmaz bağı görmeyen bir yaklaşımı reddediyoruz.
Savaş mı Çözüm mü
Uzun bir çatışma döneminin hem insan kayıplarını hem de ekonomik ve moral kayıplarını yaşayan toplum, ülkenin en ırkçı partisinden gelen barış ve çözüm sözlerine bile teveccüh göstermiştir. Cumhur İttifakı’nın planının hiçbir yerinde gerçek anlamda Rojava için bir özerklik düşüncesi yoktur. Oysa muhafazakâr Kürtler’de, hatta kimi demokrat-sosyalist kesimlerde barışın birkaç görüşme ile geleceğine ilişkin bir kabul söz konusudur. Ancak biliyoruz ki, bir yandan çözümden bahsedilirken diğer yandan başta Rojava olmak üzere Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak için savaş makinası çalıştırılmaya devam edilmektedir. Halk iradesi gasp edilmekte, kayyum siyaseti, gözaltılar ve tutuklamalar hız kesmeden sürmektedir. Çözüm adı altında halkın barış beklentisi istismar edilerek iktidarda kalma hevesi “yüce Devlet–Erdoğan” ajitasyonuyla topluma kabullendirilmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen, savaşın yıkıcı etkilerinden en çok etkilenen emekçilerin, kadınların, LGBTİ+ların, gençlerin, toprağını savunan köylülerin ve tüm ezilen sınıfların savaş karşısında bir tutum alması için mücadele etmek tarihsel bir zorunluluktur.
Barış Talebi Rejimin İnsafına Bırakılamaz
Rejimin iki ortağının farklı yaklaşımlarına rağmen ortak bir tutum sergilediği açıktır. Hangi ihtiyaçtan kaynaklanırsa kaynaklansın, çözüm arayışının yaratacağı sinerjiyi gerçek bir âdil barış ve Türkiye’nin demokratikleşmesi hedefine bağlamak gereklidir. Şimdilik yedi madde üzerinden konuşulan, birçok bilinmezlikle dolu bu süreci, barış sürecinin önünü açacak bir demokratikleşme hamlesine dönüştürmek, tüm demokratik toplumsal muhalefet güçlerinin birlikte hareket etmesini, işçi sınıfı ve sosyalistler açısından barış mücadelesinin kendi mücadelelerinin parçası olarak sahiplenilmesini gerektirir.
Derinleşen ekonomik krizle toplumsal rıza üretemeyen iktidar, muhalefetin dağınıklığını derinleştirerek iktidarını sürdürme peşindedir. Ancak buradan bir yarılma yaratmak mümkündür. Süreç gerçek bir çözüm yolunda ilerletildiğinde, rejimin zayıflatılacağı bir eşiğe doğru ilerlenmesi mümkündür. Halklar ve ezilen tüm kesimler barış ve demokrasi talep etmezse gerçek bir toplumsal barış ve demokratik bir dönüşüm mümkün olamayacaktır. Geniş kesimlerin barış sürecini sahiplenmesi Cumhur İttifakı’nın emellerinin boşa düşürülmesinin teminatı olacaktır. Muhalefetin birlikte hareket etmesi, CHP tabanının Kürt sorununun barışçıl çözümüne ikna olması ve de geçim derdi etrafında örülecek bir erken seçim talebi, iktidarı düşürmenin yolunu açacaktır.
Kürt halkı, hem kendi talepleri, ayrı örgütlü gücü olan bağımsız bir özne hem de “emek ve demokrasi güçleri”nin parçası olduğu için “Kürt halkının onurlu barış iradesi” ile “emek ve demokrasi güçlerinin kendi talepleri”ni sanki iki ayrı kulvarı buluşturmak gerekirmiş gibi ele almaktansa bütünlük içinde görülmesi gerektiğini vurguluyoruz. Tüm emek ve demokrasi güçlerini inisiyatif almaya, taleplerinin bütünlüğü içinde Kürt halkının onurlu barış talebinin sesini yükselterek güçlü demokratik dönüşüm iradesi yaratmaya çağırıyoruz. İktidarın mevcut süreci güvenlik sorununa indirgeme çabalarını deşifre edip mücadeleyi geçim ve kalıcı bir toplumsal barış sorunu zemininde tutarak iktidarın kemer sıkma ve operasyonel silahlı gücüne para akıtma politikalarını engelleyecek bir eylemlilik programını oluşturmaya davet ediyoruz. Kürt sorunun tüm demokratik kurumları dikkate alarak Meclis zemininde ele alınması, Rojava’nın imha edilmesine yönelik planların boşa düşürülmesi tüm demokratik-sosyalist güçlerin görevidir. Muhalefetin bölünmesine imkân vermeyerek en kısa sürede erken seçim kararı alınmasını haykırmalıyız. Partimiz SYKP, sosyalist ve demokratik toplumsal muhalefet güçleriyle birlikte bu iradeyi yaratmak için inisiyatif alacaktır.