HERKES KENDİ YOLUNA!
Demokrasi için Omuz Omuza
Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu’nu işten attıktan sonra zaman geçirmeden “AB’yi de artık TC’ye almayacağını” beyan edip faşist bir diktatörlük doğrultusunda ilerlemekte kararlı olduğunu gösterdi.
Büyük Ortadoğu Projesinin misyoneri olarak iktidara getirilen Erdoğan 2010’da yapılan ikinci 12 Eylül Anayasası ile birlikte çıraklığı aşıp ustalığa geçtiğini ilan etmişti. Şimdi bir adım daha atıp Saray, birlikte yaptıklarından da yetinmeyerek Davutoğlu’nu tasfiye ederek tek adamlığı sağlama alıyor.
Önce siyasi hegemonyasını oluşturmak için kendisine en büyük katkıyı sağlamış olan kullanıma uygun liberalleri tasfiye ettikten sonra, devletteki hakimiyetini teknik olarak sağlamış olan eski yol arkadaşlarını ve Fethullah Cemaatini tasfiyeye yöneldi. Bu geçişte de Davutoğlu’nu maşa olarak kullanarak üçüncü dönemini başlattı. Erdoğan, 1 Aralık 2015 seçimleri ile vesayetine son verildiği iddia edilen askeriye ile ittifakını faşizm ve Kürt düşmanlığı temelinde yeniden kurup patronluk dönemini başlatmış oldu.
Erdoğan kendisini Menderese sık sık benzetiyor. Gerçekten de iyice benzemeye başladı. O da Menderes gibi iktidara gelirken CHP ve askeriye karşısında demokrasi savunucusu olarak siyaset sahnesinde yer aldı ve iktidara hakim olduğuna emin olduğunda da demokrasiyi bir yana koyup İslam-Türk sentezine dayalı faşist bir diktatörlüğe yöneldi.
Aslında Erdoğan’da 90’lı yılların başından beri tüm devlet yöneticilerinin izlediği rotayı daha uzun bir dönemin ardından hayata geçirmiş bulunuyor. Demirel-İnönü çifti ve Tansu Çiller Kürt realitesini tanıma sözüyle başlayıp, Bask Modelinden geçtikten sonra çözümü “ya bitecek ya bitecek” deyip topyekun savaşta bulmuşlardı. 13 yıl boyunca çözüm sahtekarlığıyla durumu idare ettikten sonra Erdoğan’da öncelleri gibi çözümü topyekûn bir imha savaşında buldu. 20 yıl önce köyler bombalanıp boşaltılırken, bugün kentler bombalanıp boşaltılıyor.
Böylesine bir imha politikasına yönelmiş olan iktidarın parlamentodaki gerçek halk temsilcilerinin varlığına, özellikle de 7 Haziran seçimlerinden sonra tahammül etmesi beklenemezdi. Çünkü Kürtlerin ve gerçek halk temsilcilerinin siyasi hayata etkin bir biçimde müdahale etmesinin önündeki barajın yıkılıp atılması oligarşiyi başka gelişmeler konusunda da alarma geçirdi, topyekûn bir yok etme savaşına yöneltti.
Erdoğan Davutoğlu’nu işten çıkardıktan sonra güvenlik güçlerinin denetlenmesine olanak sağlayacak biçimde “Terör Yasası”nın değiştirilmesini isteyen AB’ye gönderdiği “siz mantığınızı değiştirin.. Biz yolumuza gidiyoruz, sen de yoluna git.. Kimle anlaşabiliyorsan onunla anlaş! … Başkanlık sisteminden geriye dönüş yoktur!” mesajıyla halklarımıza karşı yürüttüğü savaştan geri dönmeyeceğini ilan etmiş oldu.
Erdoğan’nın bu tutumu bu güne kadar sürdürülen gelişmelere bağlı olarak geçmişte HEP’li milletvekillerine karşı alınan tutumun aynısının bu kez de HDP’li milletvekillerine karşı alınacağını gösteriyor. HEP’lilerin tutuklanması Türkiye’yi sonu gelmez kanlı bir iç savaşa mahkum etti. Bu yeni tutum da artık geri dönülmesi mümkün olmayacak, bölgeyi de içine alan yeni bir savaş dönemine işaret ediyor.
HDP Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması Meclis’in toplumu görece temsil etme niteliğinin ortadan kalkması anlamına gelir. Israrla ve inatla Türkiye’nin yurttaşı olarak yaşamak isteyen Kürt halkının siyasal iradesini tasfiye demektir. Türkiye’de ötekileştirilen kadınların, doğa dostlarının, gençlerin, Alevilerin, ezilenlerin Meclis’teki iradesini de tasfiye etmek demektir.
Bu kanlı yolun henüz başlangıcında bulunuyoruz. Bu yol tamamlanmadan demokrasi cephesinde bir araya gelecek olan tüm demokrasi güçlerinin ortak direnişi, faşizmin önünü kesebilir, ülkeye ve bölgeye barışın geri getirilmesinin olanaklarını yaratabilir.
CHP’nin Kılıçdaroğlu cephesinin, üstelik anayasaya aykırı olduğunu ilan ede ede iktidarla apaçık bir işbirliği içinde olduğu görülüyor. Ama aynı partinin içinde bu kanlı gidişata ortak olmayacağını ilan eden namuslu, demokrat seslerin yükseldiği de görülüyor. Bunların da içinde yer aldığı tüm diğer demokrasi güçleriyle birlikte zaman geçirmeden, düşmanın daha ileri mevzileri ele geçirmesine imkan vermeden demokrasi mücadelesi için ortak adımların atılması günümüzün biricik ve tek gerçekçi görevini oluşturuyor.
5 Mayıs’ta HDK ve DTK öncülüğünde birçok demokrasi gücü ‘Darbeye hayır’, ‘Diktatörlüğe hayır’ kampanyası başlatmışlardır. SYKP olarak bizler de bu kampanyanın aktif yürütücüleri olacağız.
HDP milletvekilleri onları seçen halkın iradesiyle ve seçmenlerinin temsilcisi olarak oradalar. HDP milletvekillerine dokunmak, halkların iradesine dokunmaktır. Vekillerimize dokundurtmayacağız. Bu teklif derhal geri çekilmelidir. Milletvekillerini, doğuracağı sonuçlar itibariyle yarınlarımızı ipotek altına alacak olan bu değişiklik teklifine, hayır oyu vermeye çağırıyoruz.
Faşizme karşı demokrasi için omuz omuza!
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP)
Merkez Yürütme Kurulu