Tam 44 yıl önce, yine bir 6 Mayıs sabahında, ON’ların Kızıldere’de katledilmesinin ardından, oligarşinin kanlı cellatları ihtilal gemisinin üç kızıl sancağını yerlerinden indirmeye kalkışmıştı. Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i, işçi sınıfından ve Türkiye’nin ezilen halklarından koparıp alabileceklerini sanmışlardı, ama tarih onlara onların yolundan yürüyenlerin isyanlarıyla hak ettikleri yanıtı verdi.
Türkiye’nin uluslararası sermayeyle daha derinden bütünleşmesi ve NATO’ya üye olmasının sonucu hızla gelişen sınıfsal ayrışmalar egemen sınıflar arasındaki ilişkileri de şirazesinden çıkarmıştı: 1960 darbesi işçi ve köylülerin mücadelesinden ziyade egemen sınıflar arasındaki çelişkilerin ürünü ve yeni bir dengeye kavuşturulmasının eseri olarak gerçekleşti. Ne var ki, sınıf mücadelesinin daha da şiddetlenmesinden, alt sınıfların isyanının, dünyada esen değişim, dönüşüm ve ihtilal rüzgârlarıyla bütünleşerek sisteme yönelik bir tehdit haline gelmesinden başka bir sonuç vermedi.
Türkiye İşçi Partisinin kuruluşu ve işçi sınıfının ünlü Kavel direnişiyle başlayan zincirleme mücadeleleri egemen sınıfları sosyalist hareketin önünü kesebilmek için reform politikalarına yönelmeye zorladı. Devletin kurucusu, Hitler faşizminin sempatizanlığını yapmış CHP kendisinin ortanın solunda olduğunu ilan etmek zorunluluğunu duydu. İktidarda olan partiler ne kadar istemeseler de, işçi sınıfı, yoksul köylülük ve küçük üreticilerin çığ gibi büyüyen mücadelesi karşısında önce popülist politikalarla mücadele dalgasını kırmayı denediler; başaramayınca da azgın bir saldırı dalgası başlattılar.
Ne var ki, 60’lı yılların sonuna doğru tüm dünyada egemen olan zamanın ruhu ihtilaldi; Avrupa’yı, Amerika’yı, Asya’yı, Afrika’yı saran devrimci dalga Türkiye’de de tüm reformcu engellemelere rağmen ihtilalci yanıtını öncelikle gençlik hareketinde buldu ve dalga dalga tüm sınıflar arasında yayılmaya başladı. İşçi sınıfının mücadelesi örgütlenip büyüdükçe gençliğe daha büyük bir ihtilalci ruh kazandırdı. Bu egemen sınıflar arasındaki çelişkileri büyüttü, ordu ve polis de dahil olmak üzere devlet kurumlarının kendi içlerindeki bütünlüğü ortadan kaldırıp oligarşiyi en güçsüz konumuna doğru sürüklemeye başladı. Sanki ihtilal gemisi her an limandan ayrılmaya hazır beklemekteydi.
İşte bu ihtilal gemisinin seren direğinde dalgalanan kızıl sancaklar Deniz’di, Hüseyin’di, Yusuf’tu. Onlar devletin katliamlarla susturmaya çalıştığı yığınlara isyan mesajını taşıyorlardı; onun içindir ki, oligarşi onları namlulun hedefine yerleştirdi ve tereddütsüz ateş etti.
6 Mayıs 1972 sabahı yükseklerde dalgalanan bu kızıl sancakları yerlerinden indiren cellatlar sandılar ki, yığınlar da öfkelerini dindirecek ve oligarşiye teslim olacaklar. Ne var ki, onların indirmeye kalkıştıkları üç kızıl sancak cellatların ellerinin arasından sıyrılıp tüm Türkiye ve Kürdistan göklerini kapladı ve 70’li yıllar oligarşiye bir önceki dönemi aratır oldu.
Onlar, “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği, Yaşasın Sosyalizm” şiarlarıyla isyan sancağını en yükseklere asmak istemişlerdi ve muzaffer oldular; Artık Türkiye’nin ve Kürdistan’ın dört bir yanında yüz binlerce isyan sancağı yerlerinden indirilemeden dalgalanmaya devam ediyorlar.
Şan olsun işçi sınıfının o yiğit savaşçılarına;
Şan olsun onların yolundan kararlılıkla yürümeye devam edenlere!
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP)
Merkez Yürütme Kurulu