1967’de Türk-İş’in devlet ve sermaye yanlısı sarı sendikacılığına karşı muhalefet eden sendikaların önderliğinde 1967’de kurulan DİSK’in kat ettiği üç yıllık sürede işçi sınıfına sağladığı kazanımlar sermayeyi ve onun iktidarını oldukça rahatsız etmişti.
Sermayenin direktifleri ile harekete geçen dönemin Demirel hükümeti 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda yapılan “Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye kaydetmiş olması” koşulunu ekleyerek 11 Haziranda 1970’de yürürlüğe soktuğu yasayla DİSK’i boğmaya çalıştı.
DİSK, yasanın geri çekilmesi için yaptığı görüşme ve uyarılardan sonuç alamayınca, bütün işyeri temsilcileri ve yöneticileri ile 14 Haziran 1970’te Lastik-İş’in Merter’deki binasında toplanarak eylem kararı aldı. 15 Haziran’da 200 kadar fabrikadan 150 bin işçinin katıldığı direnişte, işçiler şalterleri indirerek, işyerlerini, fabrikaları boşaltarak gün boyunca sokaklarda hükümeti protesto etti. İstanbul’un her iki yakasında, işçiler birleşmesin diye vapur seferleri iptal edildi, Galata Köprüsü kaldırıldı. Askeri birlikler seferber edilerek işçilere karşı tanklar ve zırhlı arabalarla barikatlar kuruldu. Polisler ve askerler tarafından işçilere ateş açtırıldı. Türkiye işçi sınıfı üç şehit verdi; Abdurrahman Bozkurt, Yaşar Yıldırım ve Mustafa Baylan.
Direniş İstanbul’la sınırlı kalmadı, ilan edilen sıkıyönetime rağmen işçilerin haklı direnişleri Ankara, İzmir, İzmit başta olmak üzere tüm yurda yayıldı. Yasanın geri çekilmesini isteyen yüzbinlerce işçinin kararlı mücadelesi sonucu TİP’li ve CHP’li milletvekilerinin başvuruları Anayasa Mahkemesi tarafından hızla kabul edilerek yasanın iptaline karar verildi. Yasa bir daha meclis gündemine getirilemedi.
Gücümüz birliğimizden gelir!
15-16 Haziran işçi direnişi 49 yaşında! 49 yıl öncesinin ruhu halen silinebilmiş değil, işçilerin “Gücümüz birliğimizden gelir” şiarı ile Türkiye’de hayatı durdurdukları günün direnişçi gücü bugün de sermayeyi ve hükümetlerini titretmeye yetiyor.
İşçi sınıfının en büyük kazanımı olan kıdem tazminatı başta olmak üzere elde ettiği tüm kazanımlarına göz dikiliyor, açlık ve yoksulluk sınırlarında işsizlikle terbiye edilerek sefalet ücretine mahkûm edilmek isteniyor, sağlıksız çalışma alanlarında daha fazla kar için can vermesi isteniyor, grevleri ve toplu sözleşme hakları gasp edilmeye çalışılıp dayatılan sarı sendikacılık ile mücadele birliği ve dayanışması parçalanmak isteniyor,
Aynı gemide değiliz!
Utanmadan aynı gemideyiz naraları atılıyor hala, oysa yaşanılan ekonomik krizden anlaşılıyor aynı gemide olmadığımız. İşçiler gittikçe yoksullaşırken, işsizlikle, iş cinayetiyle, güvencesizlik ve kuralsızlıkla boğuşurken sermaye karına kar ekliyor. İşsizlik Fonu işsizler için kullanılacakken önemli bir kısmı sermayeye, kamu bankalarına kaynak olarak aktarılıyor. Ücreti enflasyona ezdirilen işçiden zorunlu BES’te kalma süresi yapılan bir değişiklikle daha da uzatılıyor, yüzyılların birikimi ve kazanımı olan kıdem tazminatına göz dikiliyor.
Türkiye işçi sınıfı bir avuç sermayedarın ve onun dümen suyundaki hükümetine mahkûm değildir. İnsanca çalışabileceğimiz, çalışırken ölmeyeceğimiz eşit, özgür ve insan onuruna yaraşır bir hayatı 15-16 Haziran’ın direnişçi ve dayanışmacı ruhu ile kurmak her zaman mümkündür.
Yaşasın 15-16 Haziran İşçi Direnişi!